“BÜYÜK TÜRKİYE” OLMAK GÜZELDİR
Bütün olumsuz şartlara rağmen Türkiye 21. yüzyıla iyi bir başlangıç yaptı. Alt yapısını oluşturmakta çok mahir davrandı. Duble yollar, modern hava alanları, boğazdan alt ve üst geçitler, Marmaray, Karadeniz’le Marmara denizi arasına Kanal İstanbul adıyla yeni bir boğaz, yerli harp sanayii, yerli otomobil, Akkuyu Nükleer Santrali, hatırı sayılır oranda bilim ve düşünce adamı yetiştirmesi gibi uzun bir liste oluşturdu. Batı ise kendisine tek rakip gördüğü İslam Medeniyetini uykudan uyandırmamak için ancak terör ve savaş çıkartıyor, finansal ayak oyunları yapıyor. Oysa bundan 30 yıl önceki Avrupa’yı, Rusya’yı ve Türkiye’yi görüp bu günle kıyas yapanlara göre; Avrupa’da son otuz yılda herhangi bir ilerlemeden bahsedilemeyeceği halde, Türkiye gibi ülkelerden bahsederken kıyası mümkün olmayan bir ilerleme ve kalkınmadan bahsediyorlar. Bu konuda bir iş adamımız anlatıyor:
“Özal’la tüm dünyayı dolaştık. Çin’e de birlikte gitmiştik. 1986’da Moskova’ya bir kez daha geldik. Burada International Hotel’de üç iş adamı ile bir odada kaldığımızı hatırlıyorum. Aşağıda sadece tavuk kızartan bir yer vardı ve yiyeceği de uzun kuyruklar halinde oradan alıyorduk. Tüm bunları gördükten sonra Rusya’nın bugünkü hali inanılmaz. Avrupa’ya gittiğinizde 30 yıl önce nasılsa şimdi de pek fazla bir değişiklik göremezsiniz.”
Unutmamak gerekir ki, kalkınma ve gelişme sadece siyasi ve iktisadi değil, belki ondan da daha ziyade kültüreldir. Batı sahip olduğu teknik ve iktisadi imkânlarla Doğu ülkelerinin merkezlerine yerleşerek kültürünü bu ülkelerin yöneticileri eliyle o ülkelerin insanlarına empoze etmişlerdir. Bu ülkenin gençlerine az mı kapitalizmin bekçiliği yaptırılmıştır? Hatta bu ülkelerin çocuklarını eğitmek için kendi ülkelerine götürmüşler ve bu gençlerin çoğu ülkelerine Batı’nın birer bayisi olarak dönmüşlerdir. Yeniden bir ihya hareketi, yeniden bir diriliş, yaşanan dünyada yeniden söz sahibi olmak için kendi medeniyetimize dönmemiz şarttır ve bunun için de yerli ve milli bilim fenomenine yeniden sahip olmamız gerekir. Çünkü zaman ve mekân ile mekânda ikamet edenlerin inanç ve medeniyetleri dikkate alınmadan yapılacak iyileştirmeler beklenen ve umulan sonuçları vermez.
Türkiye’nin 21. yüzyıla iyi bir başlangıç yapmasının temel motifi, dönemin yöneticilerinin bu zaman ve mekan fenomenini dikkate almış olmalarıdır. İslam’ın 15. yüzyılında bilim adamlarımız vardı ama onlara imkan sağlayacak devlet yöneticilerimiz yok denecek kadardı. Şimdi bu imkanlar çoğalmaya başladı. Türkiye’deki beşeri ve teknik gelişmelerden de bu değişikliği fark etmek mümkündür.
Bu ülke 21.yy’da ihracatını 160 milyar doların üzerine, fert başına geliri de 3.000 dolardan 10.000 dolara çıkardı. Ülkenin her tarafını saran yolları adeta komşu çatlatıyor.
Bu ülkede dört kişiye bir araba düşüyor. Fert başına kullanılan elektrik miktarı oldukça yükseldi. Çok değil, bundan onbeş sene önce bizi komşu ülkeyle kıyas ederek gelişmemiş görenler, son yıllarda bırakın İspanya’yı, Portekiz’i Ğ-7 ülkeleri ile kıyas etmeye başladılar.
Hekimlerimizin doktorluk kabiliyetleri artık yurtdışından hasta getirtiyor. Hastanelerimizde doktorlara düşen yatak sayısı dünya standartlarını aştı.
Bu gün Türkiye’de 3-5 bin kişilik iftar sofraları kurulurken, İslam dünyasının diğer bölgelerinde çok acılar yaşandığını, savaşlar, kan ve gözyaşı olduğunu görüyor ve üzülüyoruz. Bunlar bizleri yaralıyor ve çok üzüyor. Filistin halkına yapılan son İsrail zulmü en aşağılık bir hareket değil midir?
Türkiye “gelişmekte olan ülkeler” kategorisinden “gelişmiş ülkeler” kategorisine artık adım atmıştır. Bunu önlemek isteyenlerin rahatsızlığı da buradan geliyor.
NEVZAT ÜLGER