NE KADAR SİLAH-O KADAR SAVAŞ
İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda dünya, bir önceki yüzyılın olumsuzluklarını devam ettiriyor adeta. Yine kan, yine gözyaşı. İnsanlar hem savaşları hem de terör olaylarını televizyonlarda ve cep telefonlarında canlı olarak seyrediyor. Hatta dualar ve yardımlar da sanal âlemden yapılmaya başladı.
Birinci Dünya Savaşı’nda paylaşılmasına karar verilen Osmanlı Devleti aslında tüm İslam dünyası anlamına geliyordu. Osmanlı devletine maddeten dahil olmayan diğer İslam devletleri de manen ve ruhen Osmanlı’nın uzantısı gibiydiler.
Vahşi Batı bu emelinden vazgeçmediğini Sevr Antlaşması ile tekrar etmiş, başarılı olamayınca da bu emelini tatbik için hep Türkiye’nin zayıf zamanlarını, zayıf, gafil ve muhteris etkin insanlarını takibe almıştır. Bu işi başarabilmek için İslam Medeniyetinin kodları ile oynamış, sonra yerli işbirlikçileri eliyle önce pusulasını değiştirmiş, sonra da bu günkü uygulamaları yürürlüğe koymuştur.
Bugün İslam ülkelerinin sayısı 60 olmuş ama çoğunda fakirlik, yoksulluk, anarşi, terör ve kural dışı uygulamalar gizlenemez boyutlardadır. Bu tablo vahşi Batı’nın saldırılarıyla oluşturulmuş ama ilgili ülke yöneticilerinin de bu olumsuzluklardaki payı hiçbir zaman % 50’nin altında olmamıştır.
Bu ülkelerdeki yoksulluğun giderilmesine yönelik olarak siyasi partiler, gelirin adil dağılımını öncelikli bir mesele olarak ele almalı ve bunu da nasıl yapacaklarını topluma anlatmalıdırlar. Hükümetler aslında seçmenin memurudur denirse uygun düşmez mi? Unutmayalım; garip-gureba üşür ve doymazda, çoluk-çocuk üşür ve doymazsa, millet üşür ve doymaz, belki devlet üşür. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Binada temel kolon/taşıyıcı neyse, bir ülkede de garip gureba odur.
“Kim bir kötülüğü eliyle, diliyle ve kalbiyle düzeltmeye çalışmazsa, o yaşayan bir ölüdür.”
Birinci sınıf vatandaş olmak için “vatandaş” olmak yeterli değil midir?
Bu gün İslam coğrafyası yer altı ve yerüstü zenginliklerine rağmen maalesef geri kalmışlık ve fakirlik problemi yaşamaktadır.
Küreselleşme; hukukun üstünlüğü ilkesine değil, küresel şirketlerin (sınır ötesi uluslararası şirketlerin) çıkarlarını garantiye alan bir mekanizma durumundadır. Küreselleşmenin İslam toplumları için, İslam’ın kamusal alandaki etkinliğini asgari düzeye indirerek seküler bir yapıya indirgenmesi gibi bir görevi vardır. Buna “Ilımlı İslam” projesi de diyebilirsiniz. Yani ibadetleri sadece ritüeller bağlamına indirgeyerek, toplumsal rolünü ortadan kaldırmak.
Doğru, savaş tamtamları Batı’nın elinden hiç düşmedi. Çünkü Batı’nın, tekniği kullanma biçimi hep savaşı zorunlu kılıyor. İşin bu noktasını iyi anlamak gerekir. Üretimi oldukça artan Batı’nın, bu üretimini eritmesi için savaşı zorunlu görmektedir. Evet, bir kısım liderlerde bireysel megalomani de var ama ülkelerinin hakimiyet ve üstünlüklerini ispat sadedinde savaşı da tek çıkış yolu olarak görmüşlerdir.
İsrail’in son Filistin saldırısının silah üreticilerinin kışkırtmaları sonucu, kavgayı artırmak için çıkarıldığını söylemek yeni bir keşif sayılmaz aslında. Ne kadar savaş, o kadar silah. Elbette “Siyonizm” ayrı bir yazı konusudur.
NEVZAT ÜLGER