İSLAMİ KİMLİĞİN EKONOMİK VE KÜLTÜREL YANSIMALARI
Tüketim toplumu esasına dayalı kapitalist uygulamaların, dünyanın her yerinde neden olduğu yoksulluk ve yolsuzluklar sonucu her düşünce ve inanç kümelerinden bu kapitalist uygulamalara karşı bazen reaksiyoner bazen de özgünlük bağlamında düşüncelerin toplumlarda tartışılmasına yol açmıştır. Halk diliyle söylersek; “toplumsal iyi” kamusal alandan dışlanıp “televole” kültürüne çok geniş bir alan açılınca, farklı söylemlere ve eylemlere de söz söyleme hakkı oluşturur.
Elbette bu tepki guruplarının da önemli ölçüde “farklılaştığı” alanlar vardır. Bazen varoş kültürüne dayalı cazibesi olmayan söylemler, bazen yalnız ticari boyutu öne çıkarılmış ekonomik söylemler, bazen de salt entelektüel söylemler toplumda öne çıkmaktadır. Çeşitli tarihlerde bu çıkışlar, devletçi elitler tarafından “sistemi iyiye ve daha güzele sevk etme davranışları şeklinde değil de, sistem karşıtı olarak nitelenmesi, aslında iyi niyetli bu çabalar bertaraf edilmesi gereken düşünceler sepetinde görülmüştür. Örneklendirmek gerekirse; bir dönem “Yeşil Sermaye” polemikleriyle hem ticari alan sıkıntıya sokulmuş, hem de çok anlamsız davranışlar içine girilmişti. Bu tutum ancak ülkenin kayıplarına neden olmuştu.
Halbuki farklılıkların talepkarlıkları (istekleri) hem ülkenin gelişmesine yeni ufuklar açar hem de toplum önemli bir dinamizme kapı aralar. Sözgelimi “türban” üzerinden üretilen “komplo teorileri” ancak toplumu germiş, fakat o dönemi takip eden on yıl sonra bırakın kişinin en insani ve temel hakkı olan üniversitelere girmesini, yasama erkinin kendisi olurken hiç de anormal bir durum çıkmamıştır ortaya. Demek ki dünyayı iyi okuyamayan, olayları kendi fikri sabitinden ve katı ideolojik penceresinden gören etkili ve yetkili kişilerin tutumları, toplumları germektedir.
Kamusalın ve özelin kesiştiği alanda geçişliliği sağlamak serbest düşüncenin ve normal bir işleyişin yapması gereken bir davranış türü olarak yorumlanmalıdır. Nitekim yukarıda örneğini verdiğimiz “türban” konusu, aslında sisteme zarar verme çizgisini değil, sistem içerisinde kendisine yer verilmesini isteyen bir çizgiyi temsil etmektedir.
Şöyle bir cümle kabul edilebilir kanaatimce; İslam, vicdan, aile ve cemaat dünyasından çıkarak, piyasa ekonomisi, iletişim, üretim ve tüketim alanına açıldıkça, duyulan ihtiyaçlara göre yeni düşünceleri kendi kalıbı içerisine çekmekte ve bu alanları da olumluya doğru değişime zorlamaktadır.
Öyleyse, kendini seçkinler olarak görme eğiliminde olan kişi ve kurumlar bu tepeden bakma alışkanlıklarını bırakmalı ve kendi dışındakileri “öteki” olarak görme eğilimini terk etmelidir. 28 Şubat döneminde bir kısım “seçkinci” elitlerin Erbakan hükümetini devirmek için neler yaptıklarını herkes biliyor. Hatta bir siyasi parti devletin bazı kurum ve yetkililerini adeta birer STK gibi gördüğünü, dönemin demeçlerine göz atan herkes rahatlıkla görebilir.
Dinin kamusal alanda görülmesinin yalnız bize ya da bazı ülkelere özgü olduğunu kimse düşünmesin. Başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere dünyanın her yerinde de dinin ve dindar entelektüellerin kültürel hayatı etkiledikleri bilinmektedir. Bu ülkelerin hiç birinde ne devrilme tehlikesinden, ne geri gitmek gibi bir olaydan, ne de kiliselerin devleti kuşatmasından bahseden yoktur. Gelişmekte olan bazı ülkelerde görülen şey; aslında kaba bir tabirle “militanlık”tır. Ülkeler her çeşidi ile bu militan düşünce ve davranışlardan uzaklaştıkça ülkeler normalleşmekte ve kalkınma daha olumlu bir havaya girmektedir. Turgut Özal’ın ve Recep Tayyip Erdoğan’ın uygulamaları sonucunda ülkedeki önemli düşünce ekollerini yan yana görebildik zaten.
“Entelektüel İslam” adı verilen kesim artık tamamen siyasi endişelerle “içtihat kapısının kapatıldığı” düşüncesini taşımaktadır. Bu kapının kapalı tutulmasının İslam dünyasında keyfi yönetimlerin zemin bulmasına yaramıştır. Böylece bağnazlık kök salmış, çağı yakalamakta da setler oluşturmuştur. İslam dünyasının gelişememesini biraz da bu pencereden okumak gerektiği kanaatindeyim. Afrika toplumlarında görülen kimi ilkellikleri nasıl izah edeceğiz.
Görülüyor ki, toplumların gerekli sıçramayı yapabilmeleri için her düşünce ekolünün “yanaşma mantığı”ndan kurtulması gerekmektedir. Müslümanlara da sekülerleşme teklifleri yapılmamalıdır. Müslümanlar, toplum adil yönetildiği sürece her bir yönetime itiraz ermezler.
NEVZAT ÜLGER