KÖFTE Mİ-EKMEK Mİ?
Vandalizm, yağma, tahribat, Venezuela’yı, Yunanistan’ı, Gezi’de kısmen bizi, bugünlerde İran’ı ve belki de sonrasında tekrar bizi hedef tahtasına oturtacak ekonomik ve siyasi olaylardır. Bunların bu haliyle tekrar analiz edilmesi ve daha sağlıklı ekonomik ve siyasi tedbirler sunulması elzemdir. Gelirin adil dağılımı yeniden masaya yatırılmalıdır. Baskı ile bunalan İran halkının sokakta kendi devrimini gerçekleştirme çabası, belki Türkiye’yi de bekleyen bir tehlikedir.
Türkiye’ye ilişkin 2002-2016 dönemi için veriler yayımlandı. Çarpıcı sonuçlar görünür oldu: Birincisi, gelir sıralamasının en üstündeki (en zengin) yüzde 1’lik kesimin toplam geliri, gelir sıralamasının en altındaki yüzde 50’lik grubun toplam gelirinden çok daha fazla. 2016 yılında en zengin yüzde 1’lik kesimin milli gelirdeki payı yüzde 23,4 iken, en alttaki yüzde 50’lik kesimin payı yüzde 14,6. Çok eşitsiz bir dağılım. İkincisi, son on yılda gelir dağılımı Türkiye’de çarpıcı biçimde bozuluyor: En zengin yüzde 1’lik kesimin milli gelirden aldığı pay son on yılda 6 puan yükselirken, en alttaki yüzde 50’lik kesimin milli gelirden aldığı pay 1,7 puan düşüyor. Üçüncüsü, Türkiye’nin gelir dağılımı Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında önemli ölçüde bozuk.
Bir ekonomi tetikçisi şöyle diyor:
“Asıl işim 3. Dünyayı kandırıp yağmalamaktı. Biz ekonomik tetikçiler her ne kadar farklı biçimlerde çalışsak da, en olağan işimiz, şirketlerimizin arzuladıkları kaynaklara sahip ülkeleri belirlemektir. Sonra da bu ülkelerin liderlerini kendi vatandaşlarını sömürmeleri için ayartır, rüşvet verir ve zorlarız. Onlar da ülkelerini asla geri ödeyemeyecekleri borçların altına sokar, milli varlıklarını özelleştirir, hassas çevrenin mahvolmasını yasallaştırır ve en sonunda da arzulanan bu kaynakları bizim şirketlerimize yok pahasına satarlar. Eğer aralarında direnen bir lider çıkarsa, CIA-destekli çakallar tarafından ya etrafı bloke eldir, ya devrilir ya da öldürülür.”
Geleceğin enerji kaynağı Bor, Tor ve Osmiyum gibi madenler oldukça önemlidir. Stratejik önemleri vardır. Bazı şeyler devlette kalmalıdır. Bursa’daki bor tesisi ne durumda çok bilmiyorum ama bundan 15 sene önce oldukça heyecan verici şeyler söyleniyordu. Devlet güven ve gelecek demektir.
Türkiye’de kitap okuma oranının 1000 de 1, ihtiyaç maddeleri sıralamasında 235 olmasını, 10.000’de 1 kişinin düzenli kitap okumasını, okuma alışkanlığında dünyada 86. sırada oluşumuzu mutlaka aşmanın yolu, okunabilir kitaplar üretebilmektir.
Otuz yıl önce Türkiye’de basılan kitap sayısı yılda beş bin civarındayken, şimdi bu rakam 50.000 civarında. Kitapların yalnız niceliği/sayısı artmadı, niteliği/kalitesi de arttı.
Belediyelerimizde bu kadar rant zihniyetinin hakim olmasını, şehirlerimizin gittikçe kaos merkezlerine dönmesini, şehir merkezlerine devasa binalar dikme arzusunu doğrusu biraz ticarete biraz da “önemli olmanın” maalesef “değerli olmanın” önüne geçmiş olmasına bağlıyorum.
Şehir, doğrudan uygarlıkla ilgili bir kavramdır. Medeniyet kelimesinin ‘medine’ ile, civilisation kelimesinin ‘city’ ile ilgisi var. Bu kavramlarla ilgisi ve kültürü olmayanların – yönetenler ve yönetilenler birlikte- kurduğu şehirler pek tat vermez.
NEVZAT ÜLGER