DÜŞÜNCE HÜRRİYETİ VE BÜYÜME
Batı her ne kadar demokrasi, insan hakları, eşitlik, köleliğin kaldırılması gibi konularda doktrinler geliştirmişse de, hayvan avlar gibi insan avlamıştır. Onları köleleştirmiş, maden ocaklarında çalıştırmış ve onları Avrupa’nın refah ve mutluluğunu meydana getiren birer alet gibi görmüş ve kullanmışlardır. Aynı öykü daha değişik metotlarla devam etmiyor mu?
“Kamu Alanı” gibi oldukça itici bir söylem icat ederek toplumun büyük katmanlarını, yaşadığı ve vergileri ile beslediği “mekanlara” girmelerine engel olan “ulusçu” kadrolara karşılık, İslamcı kadrolar “Anadolu İnsanı”nı devletle barıştırmış ve onların siyaset, ticaret, sanat ve kültürel alanlarda etkinleşmelerinin önünün açmıştır. İddialı bir cümle olarak; eğer İslamcı kadrolar İktidar olmasalardı belki Türkiye de diğer İslam ülkelerindeki aynı akıbeti yaşıyor olabilirdi. Çünkü İslamcı kadrolar İslam’ın sosyal adaletçi esaslarına dayanan gelirin adil dağılımında henüz yeterince başarı sağlayamamış olsalar da, fert başına geliri yükseltmelerinin yanında bugün itibariyle 194 dünya ülkesi ile ticaret yapabilecek seviyede dış ticaretini total olarak 450 milyar dolara çıkarmışlardır.
Esasen din ve siyasetin ilgilendikleri konular aynıdır. Din ilahi bir siyaset, siyaset ise beşerî bir düzenlemedir. İkisi de Allah-insan-toplum-eşya ilişkiler yumağını düzenleme iddiasında bulunuyor. Hem din hem de siyaset, bu ilişkiler manzumesini düzenlemek sureti ile insanın yani bireyin mutluluğunu sağlamayı hedeflemektedirler. Ama nedense takip ettikleri yöntemler ile vardığı sonuçlar hep farklı olmaktadır. Kul kuldur, Alah da Allah’dır.
Siyasetin konularından biri olan hürriyetin imanın bir özelliği olduğundan bahisle, insan hakları, adalet, gelirin adil dağılımı, ahlak ve kul hakkı gibi konuların imanla ilişkisi de çok açıktır.
Ebu Hanife’nin talebeleri olan İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, Ebu Hanife’den farklı fikirler öne sürmüşler ve farklı fetvalar vermişlerdir. Bu imamlar, “hocamız Ebu Hanife daha iyi bilir”, deyip köşelerine çekilmemiş ve kendi fikirlerini açık bir şekilde ifade etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, bu talebelerin fikirleri, Hanefi mezhebinin resmi görüşleri olarak fıkıhtaki yerlerini almışlardır. Bu durum, İslam’ın alimlere emrettiği davranış biçimidir. Bunun gibi binlerce örnek sayılabilir.
İslam Dünyası’nda ciddi bir itirazın, eleştirinin yükselmediği ve teslimiyetin yaşandığı bir dönemde, Said Nursi, Avrupa medeniyetinin üzerinde yükseldiği Aydınlanma düşüncelerine ve Batı emperyalizmine analitik eleştiriler getirmiştir. Said Nursi, Aydınlanma düşüncelerinin dayandığı inançlar olan Deizm, Panteizm, Ateizm ve bunlardan neşet eden siyasal sistemlerle, bu sistemlerin uygulamalarına çok ciddi eleştiriler getirmiştir
Tilki yavrusuna öğüt veriyormuş; “yavrum istediğin her bağın üzümünden dilediğin kadar ye ama sakın mollanın bağına girme. Aç kalsan dahi onun bağına girme.” Yavrusu; “neden yani, onun bağının üzümleri zehirli mi?” diye sormuş. Tilki demiş ki; “hayır zehirli değil. Eğer molla üzümlerini bizim yediğimizi anlarsa, “tilki eti helaldir” diye fetva verir ve bütün neslimizi keser.”
NEVZAT ÜLGER