YALNIZ BATI’YA DEĞİL KENDİNE DE BAK
16.yüzyıldan itibaren yeni bir üretim tarzına başlayan Batı, bu yeni hayatıyla birlikte gayr-ı meşru kazanç ve buna uygun da bir hayatla tanıştı. Limanlarda; rahipler, tüccarlar, kumarbazlar, fahişeler ve mafya artık bir aradaydı. Böylece korsanların paralarının bir kısmı kumarbazlara, bir kısmı ahlakdışı ilişkilere, bir kısmı içkiye, bir kısmı mafyaya giderken, paraları biriktirenler de ülkelerinde ticarete giriştiler. Kendilerini korumak için de mafyalar beslediler.
Kilise Vatikan’a mahkum oldu. Arkasından Protestanlık destekli kapitalizm, milliyetçilik, sosyalizm, cumhuriyetçilik ve demokrasi akımları filizlendi. Bu arada masonlar ve Yahudiler; kiliseye, akademyaya ve burjuvaziye girdiler. Dil bilmeleri, tüccar oluşları ve okuryazar olmaları onlara bu fırsatı veriyordu. Özellikle bankerlik yapmaları, soygun paralarının kendilerinde toplanmasını sağladı.
Batıda oryantalizm (şarkiyatçılık) önemli bir bilim dalı haline geldi. Önceleri doğuyu ve Doğu kültürünü tanıma ve anlama faaliyeti şeklinde gelişen şarkiyatçılık, sonraları Doğuyu yönlendirme ve baskı aracı olma konumuna geldi. Doğu da, Batı’nın ifsad edici hareketlerine katlanmak bir tarafa onlara benzemeyi uygarlaşmak olarak anladı.
Batı bu günkü haliyle ne eskinin devamıdır ne de vahye itaat eden bir Hıristiyanlıktır.
ABD kalkındı, peki Harlem?.. Tıpkı Bengaldeş’in, Somali’nin ve Çad’ın perişanlığı gibi perişan bir hayat sürmeye bu gün de devam ediyor.
“ İzm”ler halkı din dışı hayata çekmek için kullanılırken, tamamen seküler olan hayatlarını da oldukça cazip göstermeye çalıştılar.
Eğer hakikatin ölçüsü, nasıl olursa olsun zenginleşmek ise, Batı zengindir. Kendi dışındaki ülkelere de kültür ihraç ediyorlar. Bu onların haklı oluşlarından mıdır, güçlü oluşlarından mıdır yoksa Doğu’nun zaafı mıdır iyi tetkik etmek gerekmez mi?
Batı, hakikati el yordamı ile/ deneye deneye bulacağım savı üzerinden hareket ediyor. 19. yüzyılda dünyada hâkimiyetini tesis edip, dünya sistemini kapitalist iktisadi kültüre göre tasarladı. 18. yüzyıldan itibaren de İslâm âlemine galip gelmesinden sonra, Müslümanlar, olup biteni izah etmek için daha çok reaksiyon göstermek anlamında “ahlak” eksenli görüşler öne sürmeye başladılar. Kapitalizmin, aydınlanma değerlerinin ve modernitenin ilkelerini anlamak, dünya sisteminin ilişki biçimini çözmek yerine Avrupa’nın yeni düzenini evrensel ve İslâmî ahlak kaideleriyle kıyaslama yoluna gittiler. Ahlaki olmayan toplumsal yapısına atıflar yaparak Batı’nın da çok kısa süre zarfında “çökeceği” düşüncesine kapıldılar. Batı belki ahlaki değildi; ama vatandaşlarının hepsi kanun karşısında eşit değil miydi? O halde çökmesi gereken sistemler adaletsiz olanlardır.
Batı Medeniyeti, belki de görüntüde, çökmek yerine aksine medeniyetini tahkim edip etki alanını genişletti. Diğer bir ifade ile kapitalizm doktrinini ve uygulamasını “Neo-liberalizm” adı altında yenilemeyi başardı.
21. yüzyılla birlikte İslam dünyasının Batı’yı rahatsız edecek kalkınma ve düşünme biçimleri sergilemeye başladığını ve medeniyet bilincine yeniden dönmeye başladığının altını çizmek gerekir.
Tuhaf olan, Batı’nın aynı zamanda modernite ve kapitalizmin yol açtığı fenalıklar nedeniyle batacağını savunanların o kültürü, düşünceyi İslâm düşüncesine taşıma gayretleridir. İdeoloji haline gelen her düşünce, ismi ne olursa olsun asıl mihrakından çıkıyor ve seküler bir anlayışa doğru hızla ivme kazanıyor.
Müslümanların toplumun büyük kesimi tarafından hemen kabul edilebilir İslâmî bir çözüm dile getirememeleri, olayların Batı çıkışlı olmaları kadar Müslümanların fikri imalatsızlıklarının da bir sonucudur diyemeyiz mi acaba?
NEVZAT ÜLGER