15 TEMMUZ 2016 ILIMLI İSLAM PROJESİDİR
11 Eylül 2001’e kadar olan elli yıllık süreçte ABD’nin İslam dünyasına yönelik politikası, büyük ölçüde bölgedeki statükonun korunmasının kendi çıkarlarına en iyi hizmet edeceği yönündeydi. Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Bahreyn, Kuveyt ve Fas gibi ülkeler ABD ile iyi ilişkiler içinde idi. 11 Eylül saldırıları, ABD’nin Orta Doğu politikası için de yeni bir dönem başlattı. Bush yönetimi terörizmin kaynağı olarak gördüğü siyasi olguları ortadan kaldırmak için en iyi yolun bölge ülkelerine demokrasi getirmek (ne demekse) söylemi olduğuna inanmaktaydı. Irak harekâtı ile birlikte “demokratikleştirme” iddiası Washington’un Orta Doğu’da sürdürdüğü hegemonya mücadelesinin başlıca ideolojik bahanesi haline geldi.
ABD’nin Orta Doğu ile ilgili demokrasi talepleri daha özgür bir yaşamı teşvik etmek için değil, farklı iki amaçla yapılmaktadır: Birincisi mevcut siyasi kadroların el değiştirmesi yoluyla kendi kontrolündeki kişi ve gurupları seçtirmek, ikincisi buradaki demokrasilerin gelecekte ideolojik faklılıklara değil ırk ve mezhep temeline dayanacak olmasını sağlamak. Buradaki ırk ve mezhep farklılıklarının öne çıkarılmasının Müslümanların birbirlerine rakip/düşman haline getirilmek olduğunu izah etmeye gerek yok zannederim. Böylece bir yanda parası olup medyayı da kontrol ederek seçilme şansına kavuşanlar, diğer yandan ırk ve mezhep temelinde farklılaşma ve ayrışan toplum nedeni ile o ülkeye has milli ve yerli güçlerin oluşmasını engellemeye çaba sarf edenler.
1980’lerin sonunda iki kutuplu sistemin sona ermesi ile birlikte dünyada soğuk savaş kavramı tarihe karışmış ve ekonomik anlamda kapitalizm, siyasal anlamda da Batı liberal demokrasilerinin rakipsiz kaldığı yeni bir siyasal düzen oluşmuştur. Bu yeni sürece “küreselleşme” adı verilmektedir. Bu sürecin temel karakteristiği Batı liberal demokrasi anlayışının tartışılmaz en iyi sistem olarak tüm dünyaya kabul ettirilmeye çalışılmasıdır.
Bu dönemde uluslararası ilişkilerde birtakım yapısal değişiklikler yaşandığı gibi uluslararası ilişkilerin aktörlerinde de bazı değişiklik ve çeşitlenmeler görülmüştür. Öyle ki bu gurupların iktidar olmaları ile söz sahibi olmalarının olmazsa olmaz şartı, Batı’ya koşulsuz biat etmek olduğu kabul görmeye başlar. Bu gurupların da hedefi iktidar olup, söz ve para sahibi olmaktır zaten.
Batı; dünyayı istediği gibi biçimlendirerek, onu yönetmek istemekte, asla “hayır diyen bir ülke” istememektedir.
Batılılar için; Orta Doğu’da mevcut otoriter ve totaliter devlet yapılarının devamı İslami yönetimlerden hem daha iyi hem de en iyi Batı kalkanıdırlar.
11 Eylül saldırıları, ABD’nin Orta Doğu ve İslam politikası için de yeni bir dönem başlattı. Saldırıları gerçekleştirdiği iddia edilen eylemcilerin kimlikleri ABD’nin bu bölgeye özel yaptırımlar uygulaması için uydurulmuş bir sebep olarak kullanıldı.. Bu bölgedeki statükonun, sosyal ve iktisadi koşulların yol açtığı İslami aşırılığın(!) ABD’ye de zarar verebilen uluslararası tehditlerin kaynağı olduğunu düşünen ABD yönetimi, uluslararası terörizmi desteklediğine inanılan ülkelerdeki rejimleri değiştirme niyetini ortaya koydu. Mısır’da, Libya’da, Suriye’de, Irak’ta yapılanlar ile Türkiye’de yapılmak istenen değişikliklerin ana teması budur. Hakikatin böyle olup olmaması önemli değildi, önemli olan kendisinin hedefleriydi. Bugüne kadar Afganistan ve Irak’ta hep bunu yaptı. Amerikan yönetimi sadece askeri gücünü kullanmıyordu; aynı zamanda Amerika’nın “yumuşak” gücüne başvuruyordu.
Ancak bölgedeki seçimleri Müslümanların kazanması Batı’nın BOP projesini bozdu. Mısır’da Mursi’nin, Türkiye’de AK Parti’nin kazanması ile Türkiye’nin İslam coğrafyasına etkileri Batı için oldukça rahatsız edici gelişmeler olarak kabul edildi. Mısır planını uygulayabildi. Türkiye’de ise; görünürde yerli gibi duran fakat aslında uluslar arası güçlerin maşası olan bir örgüt eliyle hazırladığı 15 Temmuz 2016 darbe planı geri tepti.
NEVZAT ÜLGER