OYUNU FARK EDİYORUZ
Sömürü düzeni şimdilerde biraz karışık ve sofistike hale geldi ama fazla da değiştiği söylenemez doğrusu. Küresel sermaye, para ve para ile ölçülebilen şeylere “tanrı” deme alışkanlığını bırakamadı. İnsanların yiyecekleri ile tarımı ile hayvancılığı ile genel anlamda sağlıkları ile oynamaya devam ediyorlar. Son 30-40 yılda mebzul oranda ortaya çıkan hastalıkların nedeni yiyeceklerdir diyor uzmanlar. Önce hasta edip sonra da tedavi için ilaç satıyorlar.
Sistemin işleyişi basit: eğer gelişmiş bir ülke değilseniz, bunun yanında değerli madenleriniz veya bereketli topraklarınız varsa, ya bu küresel güçlerle anlaşacaksınız ya da onlar bir neden bulup ülkelerin kontrolünü ele geçirmeye çalışacaklardır. Küresel sermayeyle birlikte hareket eden güçlü ülkeler, diğer ülkelerin iç ve dış işlerine müdahale ederek, onların değerlerini sömürmeyi en tabii hakları sayıyorlar. Dahası bu sömürü çarkını işletirken, demokrasi, adalet, kalkınma gibi kavramları ve sömürülecek hedefteki o ülkenin insanlarının becerilerini ve güçlerini kullanmaktadırlar.
Bugünkü mekanizmayı işleten kurumlar genel olarak 1945 sonrasında kuruldu. Önce savaşın yıkıntı haline getirdiği Avrupa ülkelerini kalkındırdılar, ardından da dünyada açık pazara uygun bir ekonomik yapı oluşturdular. OECD, NATO, Dünya Bankası, IMF hep bu amaçla kurulmuştur. G-8 denen ülkeler (ABD, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Rusya, Japonya) dünya gelirinin % 65’ine sahipler. ABD, İngiltere ve İsrail bu işin planlama ve kumanda merkezi. Bu merkezde; politikacılar, bürokratlar, iş adamları, ordu mensupları, diplomatlar, istihbaratçılar, ismi STK oluşumların adamları var. Elbette en büyük güç; ABD’nin küresel şirketleridir. ABD halkı da bu şirketlerin çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Bu küresel şirketler dünya ticaretinin yarısını kendi aralarında yapmaktadırlar.
Bakmayın demokrasi dediklerine, esas itibariyle bu mekanizma için demokrasi bir engeldir. Dolayısı ile demokrasilerin askıya alınmasında mahsur yoktur diyorlar.
Ne kadar çok savaş çıkarsa o kadar çok kazanırlar. Silah üreticileri ve tacirleri trilyon dolarları terörden ve savaştan kazanmaktadırlar. ABD kendisine devamlı düşman üreterek bu mekanizmayı sürdürüyor. Zaten ABD dışındaki güçlerin hepsi bölgeseldir. Silah satışında ABD’den sonraki ülke Rusya’dır.
Devletlerin bağımsızlıkları sadece görünürde olmalı ve yerel yöneticiler bu ikiyüzlü durumu ustalıkla kamufle etmeyi başarmalıdırlar.
Kapitalizmi savunma görevini, “komünizmi önlemek” adına yıllarca ülkelerin sağcılarına-milliyetçilerine yaptırdılar. 1946-1991 arasındaki her olay ya irtica, ya da komünizm etiketi ile yaftalanarak “farklı düşünmek kötüdür” dendi. 1971, 1980 ve 1997 darbelerinin gerekçeleri bunlar değil miydi? Müslümanlar da “yeşil komünist” olmakla suçlanmıştı. Alt kademe bu işi anlamadı ama muhakkak anlayanlar vardı. “Bu kış muhakkak komünizm gelecek” repliği ile tam 45 yıl geçirdik. Kimler için kurallar işlemiyorsa onlara dikkat etmek gerekir. Bu oyunu fark edenler, bedel olarak hayatlarını verdiler. Muhsin Yazıcıoğlu bunlardandı. Yazıcıoğlu’na, Erbakan’a ve H. Celal Güzel’e vefatlarından sonra iltifat üstüne iltifatlar yağdırılıyor ama onlara yaşadıkları zamanlarda toplum gerekli desteği verdi mi? İnsan kaynaklarını niye bu kadar heba ediyoruz acaba?
“Soğuk savaş” oyunu şimdilerde İngiltere’de yeniden hazırlandı, ABD eliyle bütün dünyaya pazarlanıyor.
Evet, Batı medeniyeti kendi karakterini sergiliyor ama toprak medeniyeti mensupları olarak bizler üzerimize düşeni olgun manada yapmıyoruz zannederim. Kurtuluş ağlamakta değil, yapabileceklerimizi yasal çerçeve içerisinde yapmakla olacaktır. Görevimiz gayret göstermektir, sonuç bize ait değildir.
NEVZAT ÜLGER