ÖLÜ AZİZ Mİ-YAŞAYAN DÜŞÜNÜR MÜ?
Soru oldukça köşeli ama özellikle bazı toplumları anlatması bakımından da çok gerekli: Bir toplum için, “ölü bir aziz mi yoksa yaşayan bir düşünür mü” gündemde olmalı? Buradaki aziz kelimesini herhangi bir yatırı veya kayda değer olmayan bir yazarı anlamak için olduğu unutulmamalıdır. Ancak şu var ki; bazı ölülerin düşünceleri üzerinden hareketle bazı konuları daha iyi anlamak mümkündür ve örnekleri de vardır. Ben şahsen eski düşünürler üzerinden hareketle, o kişiyi veya o ekolü aşmak gerektiğini düşünüyorum. Sanat ve zanaatta da öyle değil mi? Bir üstadı veya bir ustayı taklitle işe başlamak pek tabii bir olaydır. Ancak sonradan kişi kendi karakterini ve düşünce yapısını özgün hale getirerek ustasını veya üstadını aşabilmelidir. Kaldı ki eskiyi sadece nakille yetinmek ciddi bir “skolastik şahsiyet” olmak demektir zannederim.
Aynı mukayeseyi siyasal bir argümanı ifade etmek anlamında, “demokratik hakların yayılması mı yoksa bürokratik merkeziyetçilik mi” bir toplum için daha gereklidir konusunu tartışmak için de yapabiliriz. Neden bu soru? Çünkü demokratik hakların yayılması belki bürokratik merkezileşmeyi kısmen davet eder ama bürokratik merkezileşme demokratik hakların gelişmesine asla davetiye çıkarmaz. Hele hele denetlenemeyen bir bürokratik yapı, zamanla devleti de tahrip edebilir. Bürokratik devlet orantısız güç kullanmakta sakınca görmez, belki din yerine kendisine itaat edilmesini ister. Nitekim Durkheim bu kanaattedir.
Buradan bir sonuca varmak mümkünse; siyasi ve iktisadi sorunların ve konuların da birbirlerini etkilemede ayrılmaz bir ikili oluşturduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle de rasyonel bir siyasetçi, meydana gelen iktisadi bir problemi, iktisatçılarla birlikte düşünerek çözümler üretebilmelidir. Elbette iktisadi bir konuyu bir sosyolog veya bir mühendis de belli oranda bilebilir ama iktisadi bir problemi çözecek olanlar esas itibariyle iktisatçı olanlardır. Diğer bilim dallarında meydana gelebilecek problemlerin çözümünde de benzer deontoloji mutlaka takip edilmelidir.
Örneklendirirsek; klasik iktisatçılara göre faiz artarsa toplum yatırım yapmaz, parayı bankaya yatırır. Böylece para piyasadan çekilir ve para kıymetlenir. Neticede de dövizin değeri düşer. Ama konusunda derinleşen bir düşünür olarak Keynes ise bunun yanlış olduğunu halkın tasarruf meylinin, faizle değil gelirle alakalı olduğunu ileri sürmüş ve buna dayanarak piyasaya para sürülerek meşhur dünya krizi atlatılmıştı. Elbette aynı ilacın her bünyeye aynı şekilde uygulanacağını söyleyen hekimin yetersiz olduğunu ileri sürmek pekala mümkündür.
Keynes bu düşüncesini yatırımcının bol olduğu toplumlara göre ortaya sürmüştü. Halbuki yatırımcısının ancak üç-beş zenginden ibaret olan bir toplum için faizi artırmakla sonuç almak oldukça zordur. Hele hele yatırım yapması gereken zenginler de yatırımlarını kendi ülkelerinin dışındaki bir ülkede yapıyorsa faizi yükseltmek kısa bir süre için belki size psikolojik bir ortam oluşturur. Fakat dikkat edilmezse sonuçta hem faiz yükselir, hem piyasadan para çekilir hem de pahalılık başlar ve yaptığınız işlemin birilerinin işine yaradığını geç anlarsınız.
Tekrar başa dönecek olursak; yaşayan düşünür, ölü azizden daha fazla gereklidir demekte sakınca yoktur.
NEVZAT ÜLGER