SİYASET VE DEVLET
İçinde yaşadığımız toplumsal hayatımızın siyasi yönünü belirleyen dinamiklere dikkatli baktığımız zaman birinci derecede dinin, tali derecede de Batı kökenli aksiyonların etkili olduğunu görebiliyoruz. Ödünç bir kavramla, “Türkiye’de hiçbir mesele yoktur ki İslam’la ilgili olmasın” demek mümkündür. Diğer meseleler de bu dinin yakınında veya uzağında olabilirler. Üç tarzı siyasetin başlangıcı kabul edilen 1856-1908 dönemi için bu konu tamamen bu çizgide olmakla birlikte 1908 sonrasında ise ulus-devlet kompozisyonu dâhilinde genelde devlet merkezli fikirlerin ve ekonomik şekillenmelerin gelişimini yaşadık.
Islahat Fermanı’nın yayımlanmasından sonra Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük akımlarının ortaya çıkışları ve gelişme seyirlerinde 1908 yılına kadar olan çizgileri farklı, bu tarihten sonrası farklıdır. Yalnız İslamcılık çıkış amacına uygun olarak sonra da devam ederken, diğer akımlar siyasi çizgilerini zaman içinde ekonomik hedeflerle farklılaştırmışlardır. Bu değişiklikte Osmanlı Devleti’ndeki sınırlı mülkiyet alanından Batı’dan gelen Kapitalizm akımına geçişte yeni anlayışın tesiriyle bir “zenginleşme” arzusunun olduğunu söylemek mümkündür. Geleneksel mülkiyet ve iş bölümünün yerini yeni iktisadi bir yapının almasının ardından yeni toplumsal gurupların oluşmasını da tabii karşılamak gerekir kanaatimce. Bu gelişmelerin çoğunun kapitalizmin benimsenerek Batılı olma hevesinden geldiğinin altını çizmek gerekir. Bizim tarihimizde bütün toplumsal değişiklikler yukarıdan aşağıya doğru oluşmuştur hep. Değişimin taşıyıcıları da genellikle; hükümet, ordu, eğitim kurumları/üniversiteler, medya ve üst gelir gurupları olmuştur.
Aynen bunun gibi “Osmanlı 18. yüzyılda kendi iradesiyle, bilinçli olarak kendini yenilemeye karar vermiştir. Cumhuriyet, Osmanlı’nın siyasi rejimini değiştirmiş ve halkın kültürüne, diline, kimliğine dayanarak da ayakta kalmıştır. Bir devletin ve toplumun kendi dilini, kültürünü, kimliğini muhafaza ederek ayakta kalabilmesi ancak değişimle, yani kendini kendi gücüyle, içeriden yenilemesi ile mümkündür.” (Kemal Karpat, 2008)
Anadolu’nun İslam’la olan toplu tanışıklığı aynı zamanda Türklerin Batı medeniyeti ile tanışma tarihi de olan 1071’de başlar. 1699 tarihine kadar geçen süre “Batı ile beraber yaşama” dönemi olup, bu süreç Batı tarafından da kabul edilmişti. Böylece hem farklı bir medeniyetle interaktif ilişki içinde yaşanıyor, hem de Batı’nın sömürgeci emellerine muhatap olunmuyordu.
- yüzyılda Batı, yaptığı endüstri devriminin ardından farklı bir kalkınma modeli ile dünyanın iktisadi ve siyasi üstünlüğünü ele geçiriyordu. Batı için tarih; “sanayiden önce ve sanayiden sonra” diye ikiye ayrılmaz mı? Bir başka açıdan değerlendirdiğimizde de; Avrupa, sahip olduğu teknolojik, askeri ve ekonomik güçten ziyade düşünce, konuşma ve yazmanın serbest olduğu kültürden dolayı üstünlük kazanmış, diğer faktörlerin, serbest düşünmenin bir sonucu olduğu kabul edilmektedir.
Bizde yapısal dönüşümü gerçekleştirmenin çabası içinde olmuşuz ama düşünce ve konuşma hürriyetini tam uygulayamamışız. Nitekim “Nizam-ı Cedit” anlayışı ile başlayan o yıllardaki ismiyle “ihya” hareketi, daha sonra özellikle Cumhuriyet dönemindeki ismiyle “Batılılaşma” hareketine geçilmiştir. İslam dünyasının temsilcisi pozisyonundaki Osmanlı’da, Batı’nın kalkınmasının ve değişiminin tarım toplumundan farklı olduğunu önce saray ve seçkin zümre fark etmiş, ardından da toplumda yaygınlaşmıştı.
Batı’nın tehdidi karşısında işi gelenekçilikle geçiştirmek toplumun bütün katmanlarınca mümkün görülmediğinden, özellikle 1856 yılından sonra fikri ve siyasi akımlar gelişmeye başlamıştı. Bu değişimde “dış tehditten ziyade özellikle devlet bürokrasisinin kararı” etkili olmuştur demekte hiçbir mahsur yoktur zannederim. Bütün fikir ve siyasi akım temsilcilerinin büyük çoğunluğunun bürokrasi mensubu olduğunu fark edersek konu daha rahat anlaşılır. Osmanlı bürokrasisinin temel görevlerinden biri de kriz anlarında “devlet mülkünü” korumak değil midir?
Ancak “modernleşme” daha farklı bir kavram olup, İslam toplumları için bir kriz tetiklemesidir. Batı’daki kapitalizm de “emperyalist devletin” finansmanını sağlamak için “Merkantilizm” üzerine bina edilmemiş miydi?
NEVZAT ÜLGER