SİYASET VE SANAT
Sözün şifa olanını bütün hayat boyunca, özellikle de son nefeste söylemek hedeftir. Zaten bütün söylediklerimiz ve yaptıklarımız da son nefeste söylemek istediğimiz o “son söz” için değil midir? O son sözümüz esas itibariyle yaşadığımız hayatın semeresi ve yaşayacağımız sonsuz hayatın işaret fişeğidir aslında. Yani geride bıraktığımız “seda” hem hoş olmalı hem de yeni hayata güzel bir başlangıç olmalıdır. “Kuşkusuz dil hayrın da şerrin de anahtarıdır. O halde hayır dışında ağzını mühürle.”
Sözün çarpıcı olanının elbette kısa bir süre için tesiri vardır ama asıl olan doğruyu söylemek olmalıdır. Anlık bir ilgi uyandırsa bile kötü ve yalan sözden şiddetle kaçınmak gerekir. “Ya hayır söyle ya sus.”
“Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar” diyor Mevlana. Heyhat!.. Sözün etkisi değerinin önüne geçti. İnsanları itibarsızlaştırma fuarları açıldı adeta. Oysa “Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kimsedir”.
Devletin amacı, her durumda varlığını sürdürmek olduğundan, düşünce üretimine, hele hele farklı düşünce üretimlerine pek sıcak bakmaz. Gücünü zayıflatacağı endişesiyle farklılıkları teenniyle karşılar. Dolayısıyla “düşünce merkezlerinin de yürekler gibi toplu vurması”nı ister. Bu sebeple devlet, şahsîlikten çok “anonim” ve “homojen”liği yeğler; duygu ve düşüncelerin farklılaşmasından değil, benzeşmesinden yanadır.
Günümüzde emek hala değerine ulaşamadı. Gelir dağılımında adalet ise yasak kavram. Siyasiler her şeyi tekrar ede ede söylerler ama gelirin adil dağılımından dikkat çekmeyecek yerlerde ve lütfen bahsederler.
Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil gibi her türlü baskıya karşı iktidarla çatışan “sivil” bir sanat geleneğine sahip olan üstatlara rağmen, günümüzde bazı sanatkârların var güçleriyle devletin “koruyucu kanatları” altında sanatsal etkinlikler yapması, kanaatimce oldukça risklidir. Bu ilişki, sanatın doğasına aykırı ama maalesef devletin desteği olmadan da edebiyat ve sanat faaliyetlerini üst sıralara taşımak kolay değil. Herhalde bu iş dozunda tutulan bir iş olabilir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de, edebiyat dünyasında “eleştiri”nin yerini güzellemelerin alması. Oysa yıkıcı olmadan eleştiri yapmayı öğrenmemiz gerekmiyor mu? Eleştirisi olmayan bir geleneğe mi sahibiz yoksa. İslam dünyasında maalesef eleştiri kültürü yok. Belki de Batı ile ayrıştığımız esas konu budur.
Edebiyatçı ya da sanatçı nasıl toplumsal olaylardan ve gelecek kurguculuğundan uzak kalamazsa, siyasetçi de para, emek, gelir dağılımı ve inanç özgürlüğü konularında zihnini yoran ve tezler ortaya koyan insan olmalıdır. Kaldı ki siyasilerin tezleri toplumda ne kadar kabul görürse o kadar rey alıyorlar.
“Kapitalizmin neden olduğu eşitsizlik ve adaletsizlikleri demokratik sistem içinde kabul edilebilir düzeye indirmeyi amaçlamak” ilkesinde en inandırıcı olan parti seçimi kazanıyor. Uzun süre iktidarda kalınmasını bir de bu pencereden kritik edin isterseniz. İnsanlar olumsuzluğa ve hayalperestliğe fazla itibar etmezler.
İstenen ne? Adaletli çalışma ve adil paylaşım.
Siyasiler konuları bizim anlayacağımız bir vasatta bize anlatmalıdırlar. Neyi nasıl ve hangi imkânlarla yapacakları oldukça önemlidir. Amaçlar kadar araçlar da önemlidir. Eğri ağacın düzgün gölgesi olmaz.
Siyasetin ve siyasetçilerin ideolojisi olur ama devletin sadece hayatını sürdürebilme düşüncesi vardır. Devlet; demokrasi, hürriyet, eşitlik, insan hakları, barış, çoğulculuk, adalet vs. üst kimlikleri ile hareket eden bir yapıdır. Her ne kadar bazı insanlar adalet sözcüğünden pek hoşlanmasa da, devlet için asıl olan adaletin sağlanması/gerçekleşmesi olmalıdır. Devletlerin imanı adalettir.
NEVZAT ÜLGER