EDEBİYATIMIZDA BİR GEZİNTİ (1)
Türk edebiyatının birçok önemli ismi var. Bu önemli edebiyatçıların da hakikaten kayda değer ne kadar dikkat çekici özellikleri var, Öyle “fikrim firarda, tezlere sığmaz” kabilinden değil, hepsi kayıtlara geçmiş özellikler. Memnuniyetle görüyoruz ki; “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” ikilemine rağmen düşüncelerini ve yaşadıklarını kayıt altına almışlar.
İşi tembelliğe vurup, “neme lazım” demeği belki de okumayan ve ataleti “suküt altındır” diye cazip renklerde göstermek isteyenler üzerinden; “Gavurun tembeli keşiş, Müslüman’ın tembeli derviş olur” sözünü protesto etmişler.
Şeyhi Galatasaray Lisesi mezunu Kenan Rifai’nin yönlendirmesi üzerine, “ölümüne kadar yazmaya devam eden ve günümüzde dahi hala yayımlanmayan eserleri bulunan” Samiha Ayverdi, okuyarak ve yazarak sufilik yolunu seçmiştir. Tabi Samiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi, Nihat Sami Banarlı, Haluk Şahsuvaroğlu, Reşat Ekrem Koçu, Sıddık Sami Onar, Nezihe Araz, Safiye Erol, Sofi Huri hep aynı cemiyetin üyeleri.
Bu insanlar, yazılanları itiraz veya itiraf keyfiyeti içerisinde reaksiyoner olarak okuyor, okudukları yazı veya kitap hakkında da notlar çıkarıyorlar. Mesela Samiha Hanımın bu tip notlarından “Aşk Budur” romanı çıkıyor.
Türkiye 1965 yılından itibaren sağ-sol kavga ve çekişmelerine başlıyor. İdeolojiler; toplumu düşünmeye değil, kendisine itirazsız inanmaya zorlar. Daha önemlisi, aynı yıllarda dilde de bir “öztürkçe” akımı ve bir yozlaşma başlıyor. Elbette bu akım birçok düşünce adamı gibi Nihat Sami Banarlı Hocayı da oldukça üzmüştü. “Türkçenin Sırları” belkide bu gidişe bir reaksiyon ve dili tekrar mihrakına oturtma hedefidir. Bu akım 1980 yılına kadar devam ediyor. Bu tarihten sonra insanların ilgileri tekrar manevi iklime yöneliyor. Basının Samiha Ayverdiği’ye verdiği isim “Vatan Ana” olmuş. Çünkü evleri her düşünce insanına açık olan entlektüel bir aile yapıları var. Onunla ilgili kimler yazı yazmamış ki; Halit Ziya Uşaklıgil, Necip Fazıl, Ahmet Muhip Dranas, Adile Ayda, Annamarie Schimmel bunlardan bazılarıdır.
Bu dönemin bir edibinden bahsedince elbette birçok şair, nasir, tarihçi ve mimardan da bahsetmenin çok tabii olduğunu kabul etmek gerekir.
Kitaplarını görmeden vefat eden Yahya Kemal başlı başına bir zirve değil midir? Yahya Kemal denilince Üsküp de anılır, İstanbul da. Varşova da anlatılır, Madrid de, Paris’ten de bahsedilir Karaçi’den de. Elbette “Aziz İstanbul” yalnız İstanbul’u ve Yahya Kemal’i değil, Münir Nureddin Selçuk’u da anımsatır. Yahya Kemal konuşulacağı zaman Nihat Sami Banarlı’dan ziyade Ahmet Hamdi Tanpınar akla gelir. Ama Yahya Kemal’i sonraki nesillere anlatan isim Nihat Sami Banarlı ve onun kurduğu “Yahya Kemal Enstitüsü”dür. Bu enstitünün bir kurucusu Nihat Sami Banarlı, ikinci isim ve finansörü de daha çok Ekrem Hakkı Ayverdi’dir. Eğer Nihat Sami Banarlı’nın gayretli çalışmaları olmasaydı, Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgarıyla, Ömer Hayyam Rübaileri, Eğil Dağlar, Aziz İstanbul, Bitmemiş Şiirler’le biraz zor tanışırdı bu toplum.
Ayverdi’lerin çalışmaları sonucunda; İlhan Ayverdi, Nihat Sami Banarlı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Fevziye Abdullah Tansel, Faruk Kadri Timurtaş, Tahsin Banguoğlu gibi daha birçok ismin toplandığı “Kubbealtı Dil Akademisi” ve bittabi mecmuası kurulmuştu. İlhan Ayverdi ismi geçti ama onun “ilk kadın lügatçimiz” olduğunun altını çizmek gerekir. Onun hazırladığı lügat 34 yılda tamamlanıyor ve; “Misalli Büyük Türkçe Sözlük” adı altında 2005 yılında raflardaki yerini alıyor.
Haftaya da başka isimleri yazalım inşallah. Adam haklı; okuyan bilgi pınarından içer, okumayan gargara yapar.
NEVZAT ÜLGER