EKONOMİ KONTROL İSTER
Türkiye ekonomisi 24 Ocak 1980’den bu yana “serbest piyasa ekonomisi” modelini tatbik ediyor. Bu ekonomi iki ayaklıdır:
-Piyasayı serbest bırak.
-Piyasayı kontrol et.
Türkiye bu ayaklardan birincisini iyi uyguladı. Yani girişimcilerin isteklerini gereğinden fazla karşıladı. Hatta girişimciyi cesaretlendirmek için çeşitli alanlarda fırsat eşitliğini zedelemek pahasına önemli teşvikler verdi.
Ancak ikinci ayağını, yani kontrol ayağını hiç tatbik etmedi. Biraz daha ileri giderek, 24 Ocak 1980 öncesindeki kontrol mekanizmalarını da kısmen yavaşlattı.
Gerek birinci ayağın, gerek ikinci ayağın tatbiki sırasında lüzumundan fazla popülizme gitti. DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) gibi dev bir kuruluşu saf dışı bıraktı. Tabi DPT devre dışı bırakıldığı için, hangi bölgeye hangi yatırım, hangi bölgedeki hangi ile yapılacak imar uygulaması gibi konular rastgele tatbik edilince de mecburen sık sık çeşitli aflar çıkarılıyor. Önemli bir kaidedir; kayıtlı ekonomilerde af çıkarılmaz. Kanunlar tatbik edilir, kanunu tatbik etmeyen görevli(ler)den hesap sorulur. Eğer kayıtlı ekonomi olmazsa birkaç zavallıdan hesap sorulur.
Demek ki, serbest piyasa ekonomisinin iyi işleyebilmesi için hem serbestlik şıkkının hem de kontrol şıkkının kusursuz işletilmesi gerekmektedir. Liyakat denilen uygulamanın temel hedefi de adalet oluyor işte. Liyakatli yönetim zaten adil olur. Yok eğer aksama olursa, kontrol mekanizması onu hemen diskalifiye eder. Uzun yaşayan devletlerdeki meritokrasi anlayışını unutmamak gerekir. Eğer DPT ve benzeri kurumlar iyi çalıştırılabilseydi, büyük şehirler “nazım imar planları”nı, diğer belediyeler de “mevzi imar planları”nı yapmakla kalmaz, uygularlardı. O zaman da ne yıkılan binalar olurdu ne de kural dışı dikey şehirler meydana gelirdi. Demek biz esas sıkıntıyı 1980 yılından itibaren davet etmişiz. Gecekonduların apartman haline dönüşmesine ses çıkarmamış, tapu tahsis belgesi vermişiz. Yani herkes müteahhit olmuş. Plansız yapılaşma da ilke haline gelmiş her tarafta. Bir adada tripleks olarak inşa edilmiş yapılardan, caddeye yakın olan tripleks sahipleri işlerini ayarlayarak çok rahatlıkla 10-12 katlı binalar yaptırabiliyor ve arkada kalan binaları da işe yaramaz bir görüntüye sokabiliyor. Bu konunun nasıl yapıldığını soran bir mekanizma da devrede olmayınca kontrolsüzlük ilke haline geliyor. İlimizde de bunun örneği var.
Buradaki temel problem şu; Yasal boşluk olunca kayıt dışı ekonomi artar. Tabi kayıt dışı ekonomi artınca kayıtlı ekonomi küçülür. Bu durumun ispatı da dolaylı vergilerdir. Dolaylı vergilerin dolaysız vergilerden fazla olması kayıt dışı ekonomiyi işaret eder. Oysa insanlar gelirlerine göre vergi vermelidir.
Kayıtlı vergi geliri azalınca bu defa olağanüstü vergiler devreye alınıyor. Çeşitli aflar çıkarılıyor. Bu konulardan istifade etmek isteyen vatandaş bu defa bankalardan kredi alıyor. Yani ülkenin geliri artmıyor, sadece devletin yerine vatandaş borçlanıyor.
Devlet iç borçlanma yapacağı zaman, borç vermek isteyenler diyor ki; yüksek faiz vereceksin, bize verdiğin faizlerden vergi almayacaksın. Dolayısı ile borçlanma senetleri isme değil hamiline yapılıyor. Yani devlet borcunun miktarını biliyor ama kime ne kadar borcu olduğunu bilmiyor. Çünkü senetler hamilinedir. Bunun anlamı da; kamu finansmanını kayıt dışı çalışanlar yapıyor.
Burada bir kısır döngü devreye giriyor: Borçlanma- borçlanabilmek için yüksek faiz- enflasyon- borçlanma.
“Kitaplarda okuduklarımızı devamlı unutuyorsak hâlâ neden okuyalım ki?”
NEVZAT ÜLGER