İLERİ PARTİCİLİK İNTİHARDIR
Prof. Dr. Cemil Koçak önemli bir yakın tarih araştırmacısı. Cemil Koçak’ın “Türkiye’de Milli Şef Dönemi” başlıklı araştırma kitabının ikinci cildinde dikkat çeken bir olay anlatılıyor.
Koçak, 1936 yılında CHP ve devlet aygıtının fiilen ve hukuken birleştirildiği dönem hakkında siyasi tarihe not düşüyor. 18 Haziran 1936’da Başbakan olan İsmet İnönü aynı zamanda CHP’nin Genel Başkan Vekilidir. Anılan tarihte (18 Haziran 1936’da) İsmet İnönü’nün CHP örgütüne yayınladığı demokratik kurallarla uyuşması çok zor bir genelgesinden bahseder. Unutulması çok zor olan genelge şöyledir:
“Cumhuriyet Halk Partisi’nin memleketin siyasi ve içtimai (toplumsal) hayatında güttüğü yüksek maksatların tahakkukunu (gerçekleştirilmesini) kolaylaştırmak ve partinin inkişafını (gelişimini) artırmak ve hızlandırmak için, bundan sonra parti faaliyeti ile hükümet idaresi arasında daha sıkı bir yakınlık ve daha ameli bir beraberlik temin edilmesine Genel Başkanlık Kurulu’nca karar verilmiştir.
Bu maksatla:
Dahiliye Vekili (İç İşleri Bakanı) Genel Yönetim Kurulu üyeliğine alınmış ve kendisine partinin Genel Sekreterlik vazifesi verilmiştir.
Bütün vilayetlerde, vilayet parti başkanlığına, vilayetin Valisi memur edilmiştir.
Umumi Müfettişler (Bakanlık Müfettişleri), mıntıkaları dahilinde (yetki alanlarında) bütün devlet işlerinin olduğu gibi, parti faaliyet ve teşkilatının da yüksek murakıp (denetçisi) ve müfettişleridir.
Vilayetlerde, İl Yönetim Kurulunca intihap edilmiş bulunan başkanlar, üye durumunu almış ve mensup veya mahallince müntehap (seçilmiş) mebus başkanların başkanlık vazifeleri hitam (son) bulmuştur.
Bu beyannamenin icaplarını, parti Genel Sekteri olmuş Dahiliye Vekili takip ve tanzim edecektir.
Yukarıdaki maddeler, bütün parti teşkilatına, vilayetlere ve Umumi Müfettişlere tebliğ olunmuştur.”
Cemil Koçak bu olaya ilişkin olarak kendi değerlendirmesini de şu sözlerle yapıyor:
“Bu dönüşüm ile CHP, devlet aygıtı içinde tamamen eriyor ve partinin, zaten o zamana kadar da bir hayli kuşku götürür bağımsız varlığı ve örgütü, resmen, fiilen ve hukuken ortadan kaldırılıyordu.”
Koçak2ın bu tespitine en önemli kanıt, Atatürk dönemi hükümetlerinde çeşitli bakanlık görevlerinde bulunmuş olan Hilmi Uran’ın anılarındaki ifadesidir:
“Bu, zaten hükümet reisi olarak çalışan ve daima hükümetin yürüyüşüne ayak uydurarak vazife gören partinin, artık zahiri istiklaline de son vermek kararı idi.
Bu itibarla, şüphe yok ki, iç bünyemizde hükümetin, kendi partisinin varlığına bile tahammül edemeyerek, daha dar bir rejime gidişi idi.
Bu beyannamenin en dikkate değer olan tarafı, 1930 senesinde, memleket idaresinde çeşitli partiler rejimi ile bir murakabe (çok partili) sistemi tesisi tecrübe edilmiş iken, ondan altı sene sonra, hükümet idaresinin, kendi parti murakabesine (fikir ayrılıklarına) bile tahammülsüzlük göstermekte oluşu ve bu tahammülsüzlüğü de ‘memleketin siyasi ve içtimai hayatında güdülen yüksek maksatların tahakkuku’ ve ‘partinin inkişafının hızlandırılması’ gibi aslı olmadığı belli olan hedeflerle saklamaya çalışmakta bulması idi.”
Bugün CHP ne yaparsa yapsın, halk arasındaki tabirle ‘ağzıyla kuş tutsa’ alacağı oy %30 olup, tek parti döneminin yüklerinden kurtulamıyor.
CHP’nin; ülkenin, biri resmi başkenti diğeri, diğeri kültür, sanat ve finans konusunda en büyük şehri olan iki kentinin belediye başkanlıkları için gösterdiği adayların CHP’nin alışılageldik kimliğinin dışında kişiler olması önemli bir olaydır. Bugün ancak onlarla yarışta var olabileceğinin mesajlarını verebiliyor dünün devlet aygıtı ile birleşen CHP’si. Bu da bir ilerleme ve önemli bir değişimdir. Siyasette tabandan yukarıya doğru olan hareketin daha gerçekçi ve daha emin olduğunu kabul etmeliyiz zannederim.
Evet, kanunlar yüzde birle kazanmayı yüzde doksanla kazanmayla eşdeğer kabul ediyor. Ancak bu oranların önemli toplumsal kabullere işaret ettiği dikkate alınmalıdır. Kanunla hukuk arasındaki farkı iyi anlamak gerekir.
NEVZAT ÜLGER