KÜLTÜREL İSLAM/TARİKATLAR
Her ne kadar İslam’ın bazı kategorik şekillerde sunulmasından hoşlanmasak da, tarikatlar genel anlamda “Kültürel İslam” formatında tanıtılıyor.
Tarikatlar genel anlamda siyaset dışı olarak tanımlanmakla birlikte, şahsileştirilmiş ibadet formatı sürecinden sosyolojik olarak çoğulcu bir yapıyı oluşturmaktadırlar. Hatta toplumsal travmaların çoğalması sonucunda, önceleri ilahi aşk ve muhabbet temasıyla tasavvufi bir hayat üzerinden “saflaşmayı sağlarken, onbirinci yüzyılda Moğol akınları ve işgallerinin halkta meydana getirdiği baskı ve travmalar “tarikatlar”ın doğmasına ebelik yapmıştır. ll.yüzyıldan itibaren de şeyh ve dervişler, fütüvvet geleneğinin taşıyıcılığını yaparken, ordunun da moral bakımdan güçlü kalmasında önemli roller oynamışlardır.
Yakın geçmişte, Özbekler Dergahı’nın Birinci Dünya Savaşı ile Milli Mücadele’deki ordu ile yardımlaşmalarını hepimiz biliyoruz. Buna karşılık bazı dergahların da terbiye okulu olma görevini yapmadıkları da bir vakıadır. Bu kurumların Osmanlı devletinde ciddi manada “kolonizasyon” görevi gördükleri unutulmamalıdır.
Tarikat olgusu Cumhuriyet döneminde de varlığını sürdürmüş, hatta siyasi elitler tarafından kollandıklarını biliyoruz. Ancak tarikatlar siyasetle iç içe geçtikçe “dünyevileştikleri” de gözlerden kaçmamaktadır. Hatta kimi tarikatların sermaye birikimleriyle birlikte, tüketim biçimlerini ve hayat anlayışlarını değiştirdikleri, tatil ve eğlence kültürlerini başka formatlarla resetlediklerini, burjuvatik niteliklere girdiklerini görebiliyoruz. Tabi bu arada, ekonomik tahriplere karşı da, bazı tarikatların müntesiplerini koruduklarını kaydetmek gerekir. Belki de kendi müntesipleri arasında gelir aktarımı yaparak önemli bir yardımlaşma örneği vermektedirler. Şehirlerdeki sosyal ve ekonomik değişmeler karşısında bu kurumların önemli fonksiyonlara imza attıkları açıktır.
Biraz köşeli olacak ama, ülkelerdeki kimi dinden uzak uygulamaların toplum üzerine baskı ve şiddetle dayatılması, toplumda daima bir emniyet subabı anlamında bir çıkışa da davetiye çıkarır. Geçen yazıda da ifade etmiştim, absürt bir “yeşil sermaye” uydurması, evrensel bir hak olan giyinme hürriyetini sınırlandırmak anlamında “türban yasağı” hem topluma hem de devlete zarar vermişti.
Din ve vicdan özgürlüğü, serbest düşünce, serbest girişimcilik ülkelere daima fayda sağlamıştır.
İddialı bir cümle olarak; eğer inançlı kadrolar İktidar olmasalardı, belki Türkiye de diğer İslam ülkelerindeki aynı akıbeti yaşıyor olabilirdi. Çünkü inançlı kadrolar İslam’ın sosyal adaletçi esaslarına dayanan gelirin adil dağılımında henüz yeterince başarı sağlayamamış olsalar da, fert başına geliri yükseltmelerinin yanında bugün itibariyle 194 dünya ülkesi ile ticaret yapabilecek seviyede dış ticaretini total olarak 500 milyar dolara çıkarmışlardır.
Devlet yönetiminde yalnız iyi niyetli olmak meseleleri çözmez. Hem iyi niyetli hem de liyakatli olmak gerekir. Devlet şahsi ihtirasların tatmin yeri değil, toplumun adaletli yönetimle idare edildiği bir mekanizmadır.
Şunu rahatlıkla müşahade ediyoruz ki; devletler yalnız maddi kuvvetleriyle ölçülmezler. Fikri ve manevi varlıkları da onların güçlerini belirliyor. Hatta iyi yetişmiş birkaç bilim adamı, entelektüel ve düşünce adamı bileşik kaptaki suyun yükselmesine neden olabilirler. Aynen bunun gibi, tarikat dediğimiz bu kuruluşlar da eğer kişisel ve dar bir cemaatin hakimiyeti için değil de, toplumsal fayda üzerinden hareket ediyorlarsa saygıya layıktırlar.
NEVZAT ÜLGER