İLİM ADAMI MİLLİ OLMALIDIR
Kendi problemlerimizi, başımız sıkıştıkça konuşuyoruz ancak. Halbuki özellikle sosyal bilimciler hep kendi meselelerimiz üzerine yoğunlaşmalı değil midir?
Kendi iktisadi ve medeniyet geçmişini yazamamış üniversitelerde bu gün; Batı kaynaklı problemlerin çözümüne ilişkin çalışmalar bilim olarak okutulmaktadır. Bize ait olmayan problemlerin çözümü için konuşan ve yazan bir toplumda ancak Batı medeniyeti üzerinden oluşan problemlere çözüm arayan yabancı dil bilen, marka elbiseler giyen, başarılı Batı temsilcilerinden bahsetmek daha gerçekçi olmaz mı?
Kendi ülkesinde kan ve gözyaşı akıtarak elindeki bütün maddi değerleri alan güçler görünür haldeyken, ülkedeki gelir bölüşümü içler acısı iken, kendi toplumunun değer yargılarını içselleştirememiş kadrolarla toplumun problemlerini nasıl çözeceğiz?
Üçüncü bin yılla birlikte Türkiye’de bu anlayış yavaş yavaş değişmeye başladığı için bazı çevrelerin de hırçınlığı artıkça artmakta, ülkenin bölünmesine varacak kadar da ihanet girişimlerine şahit olmaktayız.
Tanınmış Amerikalı sosyal bilimci Immanuel Wallerstein, Prof. Dr. Halil İnalcık hakkında şu satırları yazmıştır. “Bugün dünya üniversitelerinde Halil İnalcık okunuyor ve okutuluyor. Onu dar anlamda bir “tarihçi” olarak düşünmek elbette yetersiz kalır. Bizzat tarih disiplinine şekil vermiş, kendi metodolojisini ve bilgi birikimini tarihçilik mesleğine kazandırmış bir kişi olarak İnalcık, bilim çevrelerinin üzerinde uzlaştığı seçkin bir isimdir. İnalcık ekolüne mensup yüzlerce öğrenci, sadece birincil kaynakları kullanma, belge ve arşivleri inceleme yönünden değil, modern anlamda tarihe sosyo-ekonomik ve kültürel birçok cepheden bakabilme becerisini ondan öğrenmiştir. Yeni kuşak tarihçiler, Akdeniz, Osmanlı ve Balkan tarihi üzerindeki birçok yanlışın tashih edilmesini ona borçludur. Kitapları, sayısız makale ve ansiklopedi maddeleri, sosyal bilimciler için göz kamaştırıcı bir hazine mahiyetindedir. Halil İnalcık, bu sahanın en seçkin uygulayıcılarından biri. Dünya bilimine katkıları su götürmez. Çabalarının hedefi haline gelmiş konu üzerinde bize sadece tefekkür etmek düşer.” İnsaf, vicdana dayanıyorsa ne güzel şeydir.
Halil İnalcık, Osmanlı Tımar Sistemini Japon Feodalizmi görüşü çerçevesinde açıklamaya çalışan Max Weber metodu doğrultusunda yapılan izaha itiraz etmekte ve şöyle demektedir. “Bu metodun büyük eksiği, tarih ilminin temeli olan her topluma ait zaman ve mekan parametrelerini göz ardı etmesidir. Zaman ve mekan parametrelerini göz önünde tutmayan araştırmalar tarih değildir, daha ziyade sosyolojidir.” Buradaki mekanın medeniyet aidiyeti olduğunu izah etmeye gerek var mı?
Demem o ki; herhangi bir konu hakkında derinleşmek isteyen kimse, önce kendi değer yargılarını ve kendi tarihini iyi bilirse, evrensel bir kabule mazhar olması da yaşadığı toplumda saygı ile anılması da kaçınılmazdır.
İslam düşünce tarihi üzerine yapılan sistematik çalışmaları maalesef ilk önce oryantalistler başlatmışlardır. İslam’ı uluslara bağlı olarak düşünmek ülkemizde ve dünyada öylesine tabii olarak karşılanıyor ki, Batı ajanlığı yapan düşünce guruplarına mensup insanları da “Müslüman sever” olarak vasıflandırıyorlar. Oryantalist bakış açısının ortaya koymuş olduğu bu çalışmalar da İslam’la ve İslam tarihinin yorumu ile ilgili sonradan yapılacak çalışmalarda birtakım gerçeklerin görülmesinin önünde perdeler oluşturmuştur. Daha sonra İslam düşünce tarihi üzerine araştırma yapacak her insanın önüne bu eserler bazı metodolojik ve anlama problemleri çıkarmaktadır.
İslam’ı ilmi açıdan incelemek isteyenler, genellikle oryantalistlerin etkisinde kalmışlar, çoğunlukla da onların öğrencisi olmuşlardır. Bu öğrenciler İslami çalışmalara dikkate değer katkılar sağlamalarına rağmen, İslam’ı vahyi bir inanç sistemi veya bir din olarak görmek yerine, onu adeta ölü bir fenomen, belki sadece bir kültür olayı olarak görmüşlerdir. Bunun sonucu olarak da Müslüman öğrencilerin çoğunluğu “hem Müslüman hem şarkiyatçı” olmuşlardır.
Rahmetli Nurettin Topçu, kendi kültürüne önem verdiği için, hem Batı tarafından, hem de Batıcılar tarafından hep dışlanmıştı ama Türkler onu çok sevdi.
NEVZAT ÜLGER