YAVUZ NEDEN MISIR SEFERİNE ÇIKTI?
Yıl 1969. Güzel bir yaz günü. Nurettin Topçu ve arkadaşları (öğrencileri de diyebiliriz) gemiyle Beykoz civarındaki bir sayfiye yerine gidiyorlar. Beykoz’u geçip seyran alanına giderlerken Mehmet Akif’in gençliğinde Adalı Halil ve Hocası Kıyıcı Osman’ın huzurunda yağlı güreş tuttuğu yerlerden geçiyorlar. Nihayet mesire yeri Karakulak’a ulaşıyorlar.
Topçu hatıralarını nükteli bir tarzda anlatıyor:
“ Neyzen Tevfik’i ilk defa burada tanımıştım” diyor. “Beni tıp tepti” diyerek şöyle demişti; “Bir hazakat zedeyim, midemi tıp tepti benim/ Kırk katır tepse yıkılmazdı şu pulat bedenim”. Neyzen, İzmir İdadisi’ne girmiş ama sara belirtileri başlayınca okulu bitiremeden ayrılmış. Ney çalmayı aynı mahallede çalışan Berber Kazım efendiden öğrenmiş. Hiciv ve espri ustasıymış. Abdulhamit’i ağır şekilde hicvettiği için 1903 yılında Mısır’a kaçmış. Meşrutiyet ilan edilince geri dönmüş. Orada beş yıl ney çalmış. Mehmet Akif’ten Arapça, Fransızca ve Farsça dersler almış. Akif’e büyük saygısı varmış. Nurullah Ataç bir yazısında çirkin bir tarzda Akif’i eleştirince, kendisine hakaret edilmiş gibi Ataç için bir dörtlük söylemiş: “Evliyayı Arife Nurullah Ataç sövmüş,/ Çuval değil ki ağzını büzdürmeli./ Bir daha Akif’e söverse eğer, / Onu ibret için bir neyzene …”. Şair Eşref’i de geçmiş.
-Topçu devam ediyor; “Arkadaşlar, mücahidin ilk vasfı dükkânını yağma ettirmektir. Dünya malından vazgeçip, fedakârlık yapmak şarttır.
-Tanrı evine parayı sokmayan din adamları gerek.
-Yavuz Selim, önce İslam’ın anahtarlarını alıp sonra Turan’a gidecekti, fikri buydu. Ömrü vefa etmedi.”
O arada bir arkadaş sordu, “Hocam Yavuz Sultan Selim hakkında bir eser düşünüyor musunuz?”
“Kısmetse, fakat Namık Kemal’in Yavuz Selim’i yeter. Yalnız iki hadiseyi unutmuş. İnsan iki devlet adamından biri olmalı, ya Hazreti Ömer, ya da Yavuz Selim gibi. İkisinde de aynı mesuliyet ve aynı şiddet.
Yavuz vurucu-kırıcı ve insafsız biri olarak anlatılır, fakat Mısır seferine Reulullah’tan “aldığı emir” üzerine çıkmış. Onun çok sevdiği Hasan Can adında alim bir adamı var. Yavuz rüyasında Hz Peygamber efendimizi görmüş. Kendisine; “Hasan adında birinden haber almasını” söylemiş. Aynı gün Hasan Can görevin mahiyeti hakkında bir rüya görmüş. Gelip Yavuz Selim’e anlatmış. Yavuz büyük bir sevinçle; Elhamdulillah, demek görev bana verildi, bana nasip oldu demiş ve hemen sefer hazırlığı başlasın demiş.
Arkasından bildiğimiz meşhur Mısır seferi. Ancak bu sefer sırasında en sevdiği veziri Sinan Paşa’nın şehadeti…
Firavunlar ülkesini fethettim fakat Sinan gibi bir yiğidimi kaybettim diye gözyaşı dökmüş.
Yavuz, Sinan Paşa’yı dirayeti ve sadakati dolayısı ile çok severmiş. Yavuz gibi güçlü bir devlet adamının bile vezir-vüzerası ona sık sık ihanet edermiş. O da çok vezirinin boynunu vurdururmuş. Vezarete atanan Sinan Paşa bir gün divanda şaka yoluyla Yavuz’un ağzını aramış.
“Padişahım, sizin vezirlerinizin de boynunu vurdurduğunuzu cümle alem bilir. Acep ben Sinan kulunuz için ne düşünürsünüz?
Yavuz yarı ciddi, yarı şaka bir tavırla; “Senin de boynunu vurmayı düşünmüyor değilim. Fakat henüz yerine vezir yapacak birini bulabilmiş değilim” demiş.
Yavuz İstanbul’a döndükten sonra sırtında “şirpençe” çıkmış. Doktoru Hasan Can onu muayene etmiş. Yavuz sormuş, bu ne hal? Hasan Can da; “Padişahım, Allah ile olma zamanınız yaklaşıyor” deyince, Yavuz şimşek gibi bakışlarını ona doğru çevirmiş ve; “Ya sen bizi bu güne kadar kiminle beraber sanırdın Hasan Can” demiş.
Hepsine de Allah rahmet etsin.
NEVZAT ÜLGER