1983’TEN GÜNÜMÜZE
Özal’ın Türk siyasetindeki önemli etkilerinden birisi de; “illegalite sınırları içine itilmeye çalışılan dindarlığa” meşruiyet kazandırması ve dindarlığı teşvik etmesi oldu. Bu özelliğini özellikle üç sahada rahatlıkla görüyoruz:
1983 yılına kadar yalnız bir kitlenin sahip olduğu para, bu tarihten sonra bütün memleket sathına yayılmıştır. Bu işi de adına KOBİ denilen ticari oluşumlar eliyle başarmıştır. Böylece birçok insan devletin sağladığı imkanlarla hem iş sahibi olmuş, hem para sahibi olmuş, hem de ülkedeki istihdam sorununun çözümüne müspet anlamda katkıda bulunmuştur.
Yine 1983 yılına kadar siyaset baronlarının elinde olan “siyaset” fenomeni, bu tarihten sonra halka mal olmuştur. O tarihe kadar genellikle mütegallibe bir kitlenin baskın olduğu siyaset, bu tarihten sonra yönetimde ve yasamada halkı vitrine çıkarmıştır.
Keza daha önce genellikle bir kitlenin elinde olan “ilim-bilim” kadrolarına, bu tarihten sonra sıradan vatandaşın çocuğu da atanmaya başlamıştır. Daha önceki kadroların tek tip oluşu nedeniyle düşünce hayatında hakim olan tek tip düşünme biçimi (düşünmeme biçimi) bu tarihten sonra her tür düşünceye kapılarını açmıştır.
Bu normalleşme olgusu, önce Refah Partisi etkisi ile daha sonra da AK Parti uygulamalarıyla devam etmiş ve toplum daha bir sakin ve huzurlu ortama kavuşmuştu.
Siyasetin keyfe göre değişmeyen kuralları da genel olarak bu tarihten
sonra sıkıntılı da olsa işlemeye devam etmiştir.
Unutmamak gerekir ki güçlü devlet; vatandaşlarını dışladığı, yok saydığı oranda değil, kapsadığı, içselleştirdiği, bütünü içine eklemlediği oranda güçlüdür.
Günümüzde Türkiye ve İslâm dünyası, hem içerde hem de dışarıda ciddi sorunlarla karşı karşıya.
ABD ile ilişkiler, İran ambargosu, Muhammed Mursi’nin şehadeti, Suriye, Doğu Akdeniz, yenilenen İstanbul seçimleri, G-20 Zirvesi, hepsi birbiriyle ilişkili gelişmeler.
Doğu Akdeniz’deki petrol/güç meselesi, S-400’lere karşı F-35 şantajı, terörle yapılan amansız mücadele, ekonomik problemler, Körfez’deki gerilim, Suriye/İdlip/Fırat’ın doğusu meselesi, ABD’nin en üst seviyeden Türkiye’yi ekonomik yaptırım ile tehdit etmesi gibi konular.
Toplumsal, siyasal ve ekonomik açıdan ülkenin normalleşmesi için öncelikle seküler devlet güçlerinin tümünün temsilciliğini üstlenen CHP, müfrit laikçi değerlerin referans alındığı ulusalcılardan kurtulmalıdır. Laikçilik adına milletin değerlerine, yer yer dışa vurulduğu şekilde dindarlara hasmane tutuma karşı uyarı yapmalıdır. CHP’de son zamanlarda çeşitli arayışlar söz konusu olsa da tarihsel bagaj, bazen kendini güncelliyor. Denebilir ki, CHP’nin hafızasını paranteze almadan bir çıkış yolu bulması biraz zor. Elbette bu ikircikli hâl sadece CHP açısından değil Türkiye’nin siyasi hayatı açısından da önemli sonuçlar doğurmaktadır. “Klasik CHP’li” tipolojinin seçimsiz geçecek birkaç yıl içindeki performansı aynı zamanda Türkiye’de düzenin ne kadar normalleştiğini de görme imkânı sunacaktır.
Türkiye’de ve İslâm âleminde karşılaştığımız acılar, ölümler, ihanetler, bize kurulan tuzaklara dikkat etmemizi, oyuna gelmememizi gösteriyor. Türkiye’den yükselen samimi sesler insanımızın uyanışının ve dirilişinin bir göstergesi olarak umut vericidir ama henüz yeterli değildir. Herkes için ahlak, adalet ve huzur getirecek bir İslâmî uyanışın tekrar hayatımıza hâkim kılınmasıyla yeniden köklü bir değişim, bir diriliş ve kurtuluş gerçekleşebilecektir.
NEVZAT ÜLGER