İŞSİZLİK PROBLEMİ VE ÖZEL İDARELER
Önümüzde duran iki soruya cevap vermelidir yöneticiler:
1-Yeni iş alanları meydana getirmeden mi büyümeden yanasınız?
2-Büyüdükçe istihdam meydana getirmekten mi yanasınız?
Konuyu açmak anlamında; 1950-1970 döneminde, gelişmiş ülkelerde hem üretimin, hem de tüketimin %5 arttığına dikkat etmek gerekir. Hatta bu dönemde tam istihdamla yetinilmemiş, aşırı istihdam konusu dahi gündeme gelmiştir. Almanya ve Fransa’ya dışarıdan işçi çağrıldığı hala akıllardadır. Gelişen ülkeler de bu refahtan paylarını fazlası ile almışlardır.
1973 yılından itibaren özellikle OECD ülkelerinde gerileme başlamış, 1980 sonrasında ise bu ülkeler yüksek ölçekli işsizliğin içine düşmüştür. Bugün karşılaştığımız yabancı düşmanlığına biraz da bu pencereden bakmak gerekir.
1980 sonrasında başlayan serbest piyasa adı altındaki kuralsızlık kısa zamanda özelleştirme furyasını da beraberinde getirmiştir. Tabi bu arada refah devleti sosyal devletin önüne geçirilerek ücretlerle aşırı oynamalar başlamış ve o eski yükseliş dönemi de yerini finans oyunları üzerinden para kazanmaya bırakmıştır.
Küreselleşme istihdam zerinde önemli etkiler meydana getirmiş ve bugün yaşamakta olduğumuz bütün toplumlardaki %20’lik kitlenin mutluluğuna ve geriye kalan kitlenin ise büyük bir kesiminin “yanaşmalığına” dönüşmüştür. Özellikle ucuz işçilik nedeniyle bir malın ayrı ayrı parçalarının değişik ülkelerde üretilmesi ise korkunç bir göç hareketine neden olmuştur. Keza özellikle Ortadoğu ülkelerinde meydana getirilen terör ve savaşlar sonucunda göçler hızlandırılarak gelişmekte olan bir kısım ülkelerin önüne de barikatlar çekilmiştir.
Bu ve benzeri dönüşümlerin sonucunda gelir dağılımındaki bozukluklarla birlikte, bilginin hakim olduğu yeni iş hayatında, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki vasıfsız işçilere yaklaşım da dikkat çekicidir: Ya yukarı, ya dışarı. Zaten göçmenlerin de vasıflı olanlarına kapılar gönüllü olarak açılmakta ve birçok ülke kendisine doğru bir beyin göçünü teşvik etmektedir.
Çağımızda işsizliğin artışı ile birlikte yoksulluk konusu büyük bir problem olarak ortada durmaktadır. Bu problem yalnız gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerin değil, tüm dünyanın meselesidir. ABD’de Türkiye’nin nüfusu kadar bir kitle oldukça sefil bir hayat yaşamaktadır diyor gazeteler. Yoksulluğun en önemli göstergesi gelir ve tüketim seviyesidir. Eğer bir şahsın geliri onun ve ailesinin giderlerini karşılamaya yetmiyorsa o yoksul demektir.
Bu arada bizim ülkemizde yıllık bir milyonluk nüfus artışı vardır. Demek ki her yıl, 300 bin konuta ve 500 bin kişilik yeni istihdam alanına ihtiyaç vardır.
İşsizlik sigortası kara deliğe dönüşmemeli, konu yeniden gözden geçirilerek, birikimler iş sahası meydana getirmek için değerlendirilmeye alınmalıdır.
Yeni iş yerleri açılmadan işsizlik sorunu çözülemeyeceğine göre, uygun fonlardaki birikimler yatırıma dönüştürülmelidir.
Özel sektörün yatırım yapmasının önünde varsa engeller kaldırılmalı ve hürriyet ortamı genişletilerek adalet mekanizması sağlıklı işletilmelidir.
Son 15 yılda köyde yaşayan nüfus büyük oranda kentlere çekilmiş durumdadır. Bunların önemli bir kısmı da vasıfsız işçi konumundadır. İşte bundan dolayı özellikle yüksek istihdam alanları anlamındaki sektörler için özel hükümler çıkarılmalıdır.
Ancak belli bir kitlenin de köyde oturmasalar dahi, toprak ve hayvancılık konularına yönlendirilmeleri için özellikle “Köye Hizmet Götürme Birlikleri” (Özel İdare) eliyle, Tarım İl Müdürlükleri ve Kırsal Kalkınma kuruluşları eliyle özendirilmeleri şarttır.
Her ülke kendi şartlarına göre ve ilkeli davranmalıdır.
NEVZAT ÜLGER