TARİH ALÇAKLARLA DOLUDUR
1915’te Arabistan yarımadasını ele geçiren İngiltere, Osmanlı’ya karşı ayaklanan Mekkeli Şerif Hüseyin’i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Yalnız İngiltere değil tabi, anlaşmanın ortakları arasında Fransa ve Rusya da vardı.
Evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyordu. Neticede üzerine yıkıcı hesap yaptıkları bu ülke, bir milyon şehidi olan, 1050 yılından bu tarafa da İslam için mücadele eden bir devletti. Bu devletin imkanları ile büyüyüp, sonra da bu devletin zayıf zamanında onu düşmanlarıyla bir olup planlar yapanları, Allah kahhar sıfatı ile kahretti.
Şerif Hüseyin’in kendisi ve çocukları üzerine yaptığı çıkar ve ihanet hesaplarını, Lawrenslerle birlikte kurduğu oyunları Allah bozdu.
Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır’daki İngiliz Yüksek Komutanı Mc Mahon arasında gizli bir antlaşma imzalanmıştır. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere’ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. Rusya’nın onayı ile imzalanan bu yeni antlaşma ile Osmanlı’nın elinde kalan Anadolu toprakları bu üçlü arasında pay edilecekti.
Yapılan anlaşmanın Şerif Hüseyin ve çocuklarına ait bölümüne göre:
Şerif Hüseyin’in oğlu Abdullah, ilk Ürdün Kralı oldu. Hesap buraya kadar tuttu, ama bundan sonrasını takip edelim.
Kral Abdullah, sonra bir suikastta hayatını kaybetti.
Yerine geçen oğlu Tallal, akıl hastalığına tutuldu, ömrünü İstanbul’da Şifa Yurdu’nda tamamladı.
Şerif Hüseyin’in diğer çocukları Irak Kralı ve veliahdı oldular, oldular ama uğradıkları askeri darbede feci şekilde öldürüldüler.
Şerif Hüseyin’in kendisi Vehhabi ayaklanması üzerine Hicaz’dan kaçtı, İngilizler tarafından Kıbrıs’ta alıkonuldu. Hastanede hayal kırıklığı, aşağılanma ve acılar içinde söylediği sözler dikkat çekicidir. İbretle okuyalım:
(Yıl 1942. Kral I. Abdullah, babası Şerif Hüseyin’le yaşadığı bir anıyı anlatır. Yer Kıbrıs’da hastane:
“Babam çok ıstırap çekti. Bir gün, saray bandosu bahçede konser veriyor. Hava sıcak, pencereler açıktı. Bir ara bando hepimizin bildiği İzmir Marşı’nı çalmaya başladı. Babamın birçok eski hatıralarının canlanmasını önlemek için pencereyi kapattım…”
Pencerenin açılmasını isteyen Şerif Hüseyin diyor ki:
“Evlat, neden o pencereyi kapatıyorsun? İzmir Marşı’nın eski günleri bana hatırlatmaması için değil mi? Ben velinimetine ihanet etmiş âsi bir kulum, günahım büyüktür. Kral olacağımı sandım, Tanrı beni sürgünlüğe düşürdü, hasta oldum, buraya sığındım…”
Abdullah, babasının sözlerini F. Cemal Erkin’e aktarmaya devam ediyor:
“Pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim, duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın. Bu dünyada çektiğim ıstıraptan artan vicdan azabıyla büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenab-ı Hak bu günahkâr kulunu dünyada affederek, ahirette daha büyük cezadan korusun…” Taha Akyol)
NEVZAT ÜLGER