YÖNETİM BİÇİMLERİ VE İSLAM (HÜKÜM VE HAKİMİYET KONUSUNUN KISA BİR İZAHI)
Dünyada devlet modeli ve yönetim/rejim biçimleri, genel olarak iki kategoride inceleniyor:
-Belli bir gurubun, zümrenin vaya ailenin hakimiyetinin olduğu oligarşik sistemler,
– Halkın yönetimde söz sahibi olduğu demokratik sistemler.
Yönetimi tek kişi yaparsa buna da monarji, krallık, şeyhlik, imamlık, padişahlık gibi isimler veriliyor.
Oligarşik sistemlerde azınlığın hükümeti sözkonusudur. Monarşi yönetimi de bu katagori içindedir.
Demokrasi ise, halkın veya halk çoğunluğunun hükümeti demektir.
Cumhuriyet, demokrasinin karşılığı değildir. Ancak demokrasinin uygulandığı ülkelerde genellikle cumhuriyet idaresi vardır. Yalnız şart değildir. Krallıklar ve despot idarelerin de kendilerine cumhuriyet dediklerini örnekleriyle biliyoruz.
Bugün gelinen noktada dünyada adaletin, insan haklarının gerçekleşmesini objektif olarak sağlamaya en uygun yönetim biçiminin demokrasi olduğu kanısı hâkimdir. Diğer bir tabirle insanoğlunun bulabildiği en gelişmiş yönetim biçiminin demokrasi olduğu kabul ediliyor.
Buna karşılık İslâm, devlet ve yönetim biçimlerini isimlendirmek yerine ilkeler getirmiştir. İnsanlara da bu ilke ve amaçları dikkate alarak kendi yönetim biçimlerini belirleme ve düzenleme hakkı ve yetkisini bırakmıştır. Geniş bir hürriyet alanı.
İslam’da amaç; insan haklarını ve evrensel insanî değerleri gerçekleştirmek olup, adaletle hükmedip toplumun huzur ve mutluluklarını sağlamaktır. Yani devlet modeli ve yönetim biçimleri araçtır. Burada İslam ve Müslüman arasındaki farkın önemini belirtmek gerekiyor. Birinci hedef, insanların mutluluğudur. İnsanlarını mutlu etmeyen yönetimlerin isimleri ne olursa olsun, bütün parlak söylemlerine rağmen asla ve kat’a insan merkezli değildirler.
Hz. Ali’ye devletin en önemli ögesi nedir diye sorulunca; “devletin imanı adalettir” demiştir.
Öyle olunca, tarihî ve felsefî temeli bir yana bir yönetim biçimi olarak, demokrasinin İslâm’da olduğunu ya da olmadığını ispatlamakla vakit geçirmek sağlıklı bir düşünme şekli değildir. Bu konu daha çok bilgiçlik taslamakla ilgilidir.
İslam dininin kazandırmaya çalıştığı dünya görüşünü yakalamak, dinin hedef olarak gösterdiği amaçları ve evrensel idealleri gerçekleştirmek için;
-Müslümanların İslamı anlama ve yaşamada ne gibi kazanımlarının olduğuna bakmak ve katkı yapılması gereken hususlarda çalışmaları gerekir.
-On dört asırlık tarihî süreçte İslâm toplumları, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemleri hariç tutulacak olursa, saltanat ve hilâfet adıyla, çeşitli renkleriyle bir monarşi (tek kişinin yönetimi, padişahlık, hükümdarlık, krallık) ile yönetilmişlerdir.
Bu tarihi süreci değerlendirken devlet modelinden ziyade, İslamın yönetimde ilke ve amaçlarının ne ölçüde gerçekleştirilip, gerçekleştirilmediğine bakmak gerekir.
-Gerek Kur’an ve gerekse Hz. Peygamber’in sünnetinde müslümanların nasıl bir devlet teşkilâtı kuracağı, devlet başkanının nasıl ve hangi şartlarla seçileceği ve toplumun hangi siyasal şekil ve yöntemlerle yönetileceği konusunda ayrıntı verilmemiş, hatta bu konulara neredeyse hiç temas edilmemiştir.
-Kur’an’da siyaset ve devlet modeli, toplumların yönetim şekli ve biçimleri konusunda özel ve ayrıntılı bir hüküm yer almaz; genel dinî ve ahlâkî ilkeler belirtilir.
Bu anlamda yönetimde adaletin sağlanması ile toplumsal mutabakatın temini için, şu hususların altını çizmek gerekir;
-Danışma-istişare, (şura-seçimler-meclis)
-Haksızlık yapmama, (kanun önünde eşitlik)
-Emaneti ehline verme, (liyakat-sadakat sonra gelir)
-Adaleti gerçekleştirme, (hukuk ve adalet-hukukun hakimiyeti)
-Ahlâkı koruma, (dini ve milli değerler de dahil olmak üzere güzel ahlak)
-Kamu düzenini koruma, (Beş şey korunmaya alınmalıdır; “can emniyeti, mal emniyeti, nesil emniyeti, akıl emniyeti ve din emniyeti”.
-Allah’a ve Resulü’ne mutlak itaat, âmirlere doğru oldukları sürece itaat. (Kanun yasalara uymayan emirleri yerine getirmeyin diyor.)
Hâricîler’in, meşhur hakem olayında, Hz. Ali’ye karşı çıkarken sarfettikleri “Hüküm Allah’ındır” sloganı günümüzde de siyaseten çok kullanılmaktadır. Burada söz konusu olan hâkimiyet “metafizik ve ontolojik anlamda hâkimiyettir”. Yoksa siyasilerin hedeflerine ulaşmak için kullanacakları bir argüman değildir. Nitekim Hz. Ali de; “Bu söz doğrudur; fakat siz onu meşrû olmayan maksatlar için kullanıyorsunuz” demiştir.
“Hâkimiyet milletindir” sözündeki hâkimiyet ise, metafizik ve ontolojik hâkimiyetten farklı olup, cumhurun (halkın) yönetici tayininde söz sahibi olmasını, siyasal iktidarın, herhangi bir şahsın, sınıfın, zümrenin, ailenin veya mezhebin, tarikatın ve cemaatin doğal veya kutsal hakkı olmadığı, tam tersine, bu hakkın millete ait olduğu ve yöneticilerin onun tarafından belirleneceğini anlatır.
NEVZAT ÜLGER