KENDİMİZE GELİYORUZ
20. yüzyılın ikinci yarısını start kabul edersek, Müslümanlar özellikle son çeyreğinden itibaren anti emperyalist ve anti sömürgeci davranışlar sergileyerek önemli oranda “anti-Batıcı” olmaya başlamışlardır. Başkalarının medeniyet kodları yavaş yavaş atılarak kendi medeniyet kodlarıyla düşünmeye ve davranışlar sergilemeye başlayan İslam dünyası artık teknik sahada ve politik alanda olduğu kadar finans alanında da görülmeye başlamıştır. Elbette kamil manada günümüz Müslümanı, henüz “ doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,/ asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” noktasına gelememiştir. Ancak Müslümanlar “pergel metaforu” perspektifinden hareketle, sabit ayağın belirleyici gücü ile evrensel değerlerin peşine düşmüşlerdir.
Zihni dünyamız genellikle berraklaşmaya başlamıştır. Türkiye’deki son olaylar karşısında gösterilen toplum refleksleri de bunu işaret ediyor zaten.
İslam medeniyeti tekrar etkin bir konuma gelebilecek atılımları sergilemeye başlamıştır. “Yiğit düştüğü yerden kalkar” ilkesince Türkiye üzerinden durdurulan bu medeniyet yine Türkiye merkezli olarak ayağa kalkmaya başlamıştır. Zaten bu medeniyetin artık düştüğü yerde kalacağını iddia etmek, insanlık tarihi boyunca meydana gelen medeniyet iniş ve çıkışlarını görmemek demektir. Medeniyetler için düşüş ve yükselişleri görmemek, belki bilmemek anlamına gelebilir ama aldatıcı bir bakış tarzıdır. Hatta İslam Medeniyeti’ndeki bu diriliş Batı’yı rahatsız ettiği için, genelde “Medeniyetler Çatışması”ndan, özelde de Türkiye üzerine oynanan oyunlardan bahsetmekte bir sakınca yoktur zannederim.
Avrasya Tüneli, Kanal İstanbul, 3. Hava Limanı, milli silah sanayi ve yerli otomobil kalkınmamıza ve maddi alandaki değişimlerimize işaret etmektedir. “Dünya Beşten Büyüktür” gibi söylemlerle, kendi eski coğrafyamızla tekrar gönül köprüleri kurulmaya başlanmıştır. Bu coğrafyadan bu ülkenin hedeflerine sıcak yaklaşımların görünür varlığı da düşünce dünyamızdan fıtrat kanunlarımıza yakılmış birer ışık olarak görülmesinde hiçbir mahsur yoktur zannederim.
Dikkat edilirse yazılarımda “Batı” kelimesi hep büyük harfle yazıldı. Çünkü Batı bir yön ve coğrafi bölgeyi değil bir zihniyeti ifade etmektedir. Aydınlanma diye isimlendirilen ideolojik isimlendirme esas itibariyle geçen yüzyıldaki Batılı değerlere üstünlük yüklemeyi hedeflemektedir. Neticede Batı, esas itibariyle seküler bir kavram olmanın yanında “teolojik” bir kavramdır. Keza “Doğu” kelimesi de yine bir zihniyeti ifade etmekte olup, Batı dışında kalan disiplinleri kapsamaktadır.
Tabi siyaset, toplum hayatında var olan her konu ve her şeyle ilgilidir. Ancak günümüzde siyaset; ekonomiyi, dini, tarihi ve jeopolitiği de kullanarak hem ulusal hem de uluslar arası ilişkilerde tanımlayıcı ve herhalde kategorize edici bir işlev görmektedir. Hatta siyaset bu konular üzerinden ideoloji üretir duruma gelmiştir. İktidar savaşlarının altında kişisel hırs kadar esasen yaşanmakta olan İslam-Batı çekişmesinin ve tercihinin yattığı unutulmamalıdır.
Ülkemizde son zamanlarda kültür ve medeniyet üzerine çalışmaların arttığını, özellikle kültür ve medeniyet kavramlarının arasına ince çizgiler çekildiğini görüyoruz. Bazı üniversitelerimizde “Medeniyet Araştırma Merkez”lerinin kurulması da kendi medeniyetimiz adına yeni bir “ihya” hamlesi olduğunu ifade etmekte bir sakınca yoktur.
NEVZAT ÜLGER