İKTİSAT ESASLI FELSEFELER VE FEN
Tarihte 25-26 kadar medeniyetin gelip geçtiği kayıtları var. Bu medeniyetlerden onaltı tanesini maalesef barbar Batı yok etmiştir. Yaşayan medeniyetlerin en dirileri ise İslam ve Batı medeniyetidir.
Geçmiş medeniyetlerin önde gelenlerinin mekanı; Afrika, Amerika ile Avrupa ve Asya’nın bileşimi olan Avrasya’dır. Avrasya esas itibariyle iki ayrı kıta olmayıp, özellikle sonradan zihniyet farklılığından dolayı ayrılmış (belki de ayrıştırılmış) iki mekandır. Bakıyoruz; önceleri Çin, Sümer, Mısır, Mezopotamya, Fenike, Filistin ve en son İslam; bu gün Doğu diye tanımlanan medeniyetler bu bölgeye mensuptu ve buradan Batı diye tabir edilen Avrupa’ya yayılmıştı.
Ve fakat Batı, Doğu’dan gelen medeniyetlerin kodları ile oynayarak daha çok üretim-tüketim ve kar hadleri konularını esas alarak, biraz da dindışı tabir edilen bu günkü kapitalist anlayışı doğurmuştur.
Geçmişte ilmî gelişmelere öncülük eden yerlerin başında Mısır, Çin ve Mezopotamya gelirdi. Zaman içinde bu ilmî merkezler kendi arasında yer değiştirmiştir. Bazen Mısır ilim merkezi olurken, bazen de Mezopotamya veya Çin ilim merkezi olmuştu.
Her medeniyet diğerinden görüşler alır. Çünkü medeniyetler enteraktiftirler. Yunan medeniyeti başta Mısır olmak üzere, Babil ve Sümer gibi medeniyetlerden çok etkilenmiştir. İspanya’da kurulan Müslüman Endülüs Emevi Devleti ile ilmin merkezi Avrupa’ya kaymıştır. Keza M.Ö. ve İslâm’ın ilk yıllarında fen bilimleri, Yunan felsefesi yolu ile yayıldı.
Halife Memun zamanında Yunan felsefesi Arapçaya tercüme edilince İslâm âlemi bu felsefe ile tanıştı.
O zamanın Yunan felsefesi hurafeler ile dolu idi. “Din süsü” verilerek toplum hızla dindışına çıkarılmıştı. Ne kadar iyi niyetle yaklaşırsak yaklaşalım, oldukça absürt ve çocukça anlayışlar üretilmişti. Yer tanrısı, gök tanrısı, aşk tanrısı, savaş tanrısı vd gibi uydurmalar üzerinden önce şirk, ardından da kar makzimazasyonunu sağlamak için dinin dışlanması hep Batı kaynaklı olmuştu.
İslam’ın gelişinden sonra felsefe ile uğraşan âlimlerin bir kısmı Müslüman olunca, kafalarındaki bu felsefe kırıntılarını tamamen silemediler, o kırıntılar ilk başta basit hikâye gibi anlatılıp-dinlenirken sonra hakikat olarak algılandılar. Çünkü felsefeyi bilenler okumuş âlim insanlardı. Bu insanların basit hikâye gibi anlattıkları felsefî konuları muhakeme yapamayan ve ilmi olmayan Müslümanlar hakikat olarak gördüler.
“Yunan felsefesinin çok az bir kısmı doğru, diğer kısımları hurafedir, İslâm ile uyuşmaz” diyor üstad. O zamanın İslâm felsefecileri bu felsefenin tamamını kabul ederek âyet ve hadisleri eğip büktüler. İsterseniz buna dinin dünyevileştirilmesi (sekülerizm) de diyebiliriz. Bu gelişme; insanı ve doğayı aşkın değerlerden-yaratıcıdan koparıp akıl temeli üstünde göstermeye çalışan “akılcılık”, “pozitivizm” veya “ilimcilik” diye de anlaşılabilir. Bu aynı zaman da “iktisat esaslı felsefik akım” olarak, Sosyalizm de denilen “Toplumculuk”, Komünizm, Faşizm ve Milli Toplumculuk akımlarını ortaya çıkarmıştır. İşte Seculerizm-Pozitivizm bu akımların merasıdır. Buradan beslenirler. Bilimsel görünme adına çok Müslüman bu akımlara kapılarak maalesef dini yalnız “kültür” mesabesinde görmüştür.
Bu arada “fen bilimleri” ile “fen bilimcileri”ni ayrı tutmak gerekir. Bilim yalan söylemez, kasıtlı yalan söyleyen bilim insanlarıdır. Bu ayırım hassastır ve akılda tutmak gerekir.
Üstad, bu zamanın fenlerinin tamamına yakınını doğru kabul ediyor. Fen ilimlerinin her bir dalını Allah’ın bir isminin yansıması olarak görüyor. Tıp Allah’ın Şafi ismidir diyor. Bu zamanda akıl ile nakil çatışmaz, eğer çatışır gibi bir durum varsa bu doğru değildir. Fen ilimlerini insanlığın aklı ve Allah’ın isimlerinin bir tezahürü olarak kabul eder.
Dünya ve ahireti kazanmak için dini ilimlerin yanında modern fenleri elde etmek de bir mahsur mu var?
NEVZAT ÜLGER