BİR DÖNEMİN SOLCULARI
Devir 1940’lı yıllar. İkinci Dünya Savaşı sonrası. Dünya iki kutuba bölüştürülmüş. Doğu ve Batı. Biz de Batı bloku içerisinde yer almak istitoruz. Bu arada Türk aydınlarının arasında önemli bir konu hep yazılıp çiziliyor: Türkiye’nin geri kalmışlığı. Bu konu o kadar tartışılmış ki o dönemin aydınları arasında, yığınla yayın çıkmış ortaya.
Türk aydınlarının yüzü o dönemde hep Batı’ya dönük olduğu için; Avrupa’da esen fikirlere göre içeride fikir beyan edip, makale ve kitaplar yazıyorlar. O yıllarda da iki kavram aydınlarımız arasında çok revaçta; Marks ve ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı). İki kelime de aynı ismin imzasını taşıyor.
Doğu-avrupa’da Osmanlı toplum yapısı başlangıçta Marks’ın feodal toplum teorisine göre yorumlandığından, bizdeki aydınlar da hep aynı çizgiyi takip etmişlerdir. Gerçi kısa bir süre sonra ATÜT’çü yazarlar Osmanlı toplumunda feodalizmin olmadığını fark ederek ifadelerini ılımlılaştırmışlardı ama artık sol ideoloji onların çoğu için vazgeçilmez bir tutku olmuştu. Elbette bunda birçok da faydaları vardı bu yazar ve çizerlerin. Zira yazdıkları her türlü eserleri “Komünizm” çemberindeki ülkelerde hemen tercüme ediliyor ve bu işten de hem haz, hem de gelir alıyorlardı. Çok sıradan yazarların dahi kitaplarının o ülke dillerine tercüme edildiğini görmek, ne demek istediğimizi iyi anlatır.
Zaten dönemin aydınları tarafından yazılan kitaplara baktığımız zaman; Osmanlı ekonomisinin karekterlerinin tarihi verilere uygun tarzda ele alınmayıp daha çok olayları “teoriye uydurma” şeklinde ele alındığını rahatlıkla görebiliyoruz. Aslında Osmanlı ve çağdaşı olan ülkelerin çoğunun tarım toplumu olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Dünyada bu işleyişin dışına çıkma yöntemleri 18. yüzyılla başlar. Dünya iktisat tarihi nasıl “sanayi devriminden önce” ve “sanayi devriminden sonra” diye iki bölümde inceleniyor veya tarım toplumları ve sanayi toplumları diye kategorize ediliyorsa, Osmanlı iktisat tarihi de esas itibariyle 18. Asırdan önce ve 18. Asırdan sonra diye iki bölümde incelenebilir. Tarım toplumu sistemlerini bu gün işletemezsiniz, çünkü o sistem tarım toplumuna özgüydü. Şimdi yeni şeyler söyleme zamanıdır.
Dönemin aydınları; Osmanlı toprağının tamamen devlete ait olması ile vatandaşlarının üretim, ticaret ve alım-satımlarının üzerindeki devlet denetlemeciliğinin “miri sistemle, tımar sistemi ve ahilik sistemi” ile izahını illede dindışı yapmak istediklerinden devamlı yanlışa düşmekten kurtulamamışlardır. Halbuki aynı ekolün günümüzdeki uzantıları da şimdilerde “neden devletin sahiplik ve denetimi” yetersiz diye bağırıyorlar. Çünkü dertleri rasyonal bir toplum düzeninden ziyade Maarksizm’le akrabalık bağları kuvvetli olan “ideolojik devlet” özlemi üzerine kurulu.
Planlı kalkınma dönemi olarak başlayan 1960 sonrasının gerek resmi gerekse sivil yazılımlarına baktığımız zaman da hep aynı yanlışlığı görebiliyoruz. Çok namlı isimlerden örnekler vermek mümkün ama o çalışmalara, gönlünü sadece ideolojilere açmış insanların samimi eserleri olarak baktığımızdan bu yola girmiyorum. Bunların çoğu söylediklerinde belki samimi ama ideolojilerin insan düşüncesinin önünü tıkayan en büyük tıkaçlar olduğunu demek ki fark edememişler. Tek yönlü okuma ve ideolojik düşünme!
Türkiye’de “sol” nasıl oluştu ve gelişti konusunu düşünürken bu yakın geçmiş aydınlarının tutumlarını ve tutumlarındaki sebepleri iyi görmek gerekir.
O günün solcuları ile onların takipçileri şimdilerde birer “kapitalist” oldular. Başlangıç düğmesini yine yanlış düğümlediler.
NEVZAT ÜLGER