KISA BİR SİYASİ TARİH (1)
İçinde yaşadığımız toplumun hangi aşamalardan geçerek bu günlere geldiğini görmek için önemli noktaların tespiti gerekmektedir. Bu tespitler alkışlamak veya kötülemek maksadı taşımaz, geçmişi anlayarak günümüzü yorumlamayı kolaylaştırır ve gelecek için yeni projektör görevini görür.
20 Ocak 1921’de kabul edilen Anayasa, 23 asıl, bir de ayrı madde halinde iki kısım olarak düzenlenmiştir. Genel esasları kapsamaktadır. Anayasanın kısa oluşu, o devrin özelliğinden ileri gelmekteydi. Sadece olağanüstü şartları ve acil ihtiyaçları karşılamak için, kısa ve özel bir anayasa hazırlanmıştı. 20 Ocak 1921 Anayasası bir geçiş dönemi anayasası olarak, Milli Mücadelenin çok dinamik olağanüstü şartlarına uymakta ve demokratik niteliğinin yanı sıra ihtilalci karakterini de korumaktaydı. Anayasanın ruhunda ve mantığında kuvvetler birliği sistemi hâkimdi. Milli iradeyi millet namına temsil eden tek yetkili organın, Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu belirtmektedir. Başkansız bir Cumhuriyet kuran bu Anayasa ile milli irade Meclis tarafından tescil edilmekte ve yürütülmekte, böylece kuvvetler birliği esası, kuvvetlerin şuurlu bir merkezde toplanmasını ve tek bir iradeye bağlanmasını da şart görmektedir.
Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresi toplandı. Kongre Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile iyi ilişkilerini korumasına rağmen, ekonomide devletleştirme yoluna gitmeyeceği hususunda İtilaf Devletleri’ni ikna etmeyi amaçlıyordu. Rejimin, ekonomik kalkınmanın özgür girişim ve sosyal sınıflar arasındaki işbirliği sonucunda gerçekleşeceğini söyledi ama bu gerçekleşmedi. Çünkü savaş nedeni ile beşeri ve milli kaynaklar yok olmuş, CHF liderlerinin çoğunluğu da siyasi güçlerini kişisel ekonomik çıkarları için kullanıyorlardı. 1925 sonrasında durum gerçekten kötüleşti.
CHF’nin (Cumhuriyet Halk Fırkası) kurulması 23 Ekim 1923. Bu isim 1935 yılında CHP oldu. CHP, Batılı bir model oluşturmak üzere, bir ulus-devlet kurarak güçlenmeyi hedefliyordu. Bu kuruluş da 1935 yılında tamamlanmıştı. Bu başarı aslında partiden ziyade Mustafa Kemal’in karizmasıyla oluşmuştu. Mustafa Kemal “Atatürk” soyadını 1934 yılında aldı. Ancak Atatürk’ten sonra bu partinin kalkınmacı bir programı olmadı. 1945-46 döneminde çok partili seçimlere giderken de yoktu, 1950 seçimlerinde de, 1965 seçimlerine giderken bile ancak “merkezin solunda devletçi” bir parti olduğunu söyledi ve bürokratik konumunu aşamadı. Solun mantığı hiçbir zaman yönetimi ve iktidarı manevi yönden ele alan geleneksel anlayış ile bağdaşmadı maalesef.
Siyasi partiler bizde 1908-1918 döneminde kurulmaya başlar. Gerçi siyasi ve fikri hareketler 1856 Islahat Fermanı’nın ardından, hepsi de ülkeyi biz kurtarırız düşüncesiyle; İslamcılık, Türkçülük (önceleri Osmanlıcılık) ve Batıcılık şeklinde başlamıştı. Bunlar da zamanla partileşerek kendi tezlerini ve iddialarını ortaya koyacaklardı. Örneklendirirsek; İslamcılık, Ali Suavi ve Namık Kemal’le başlamış, sembol isim anlamında Mehmet Akif’le devam etmiş ve Necmettin Erbakan tarafından siyasi parti haline dönüştürülmüştü. Tıpkı muhafazakârlığın Ahmet Cevdet Paşa ile başlayıp, Yahya Kemal’le devam edip daha sonra Turgut Özal’la siyasileştiği gibi. Keza Türkçülük Abdullah Cevdet, İbrahim Temo, Dr. Nazım’la başlamış, Yusuf Akçora, Cahit Bey ve Ziya Gökalp ile devam etmiş ve Alparslan Türkeş’le siyasi parti haline gelmiştir.
Yeni Anayasa 1924 yılında kabul edildi. Bu anayasa 1921 Anayasasını yürürlükten kaldırdı. Anayasanın sekiz temel maddesi, ülkeyi dini İslam ve dili Türkçe olan bir Cumhuriyet olarak tanımlıyordu. 10 Nisan 1928 günü “Türk Devleti’nin dini İslamdır” ibaresi kaldırıldı.
Anayasa’da “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve millet bu egemenlik hakkını TBMM eliyle kullanır” diyor. TBMM bu yetkisini seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun atayacağı Kabine eliyle kullanır. Yargı yetkisi ise Meclis adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanılıyordu.
Milletvekilleri yemin metninde “Allah’ın huzurunda” ifadesi 10 Nisan 1928’de “şerefim üzerine yemin ederim” olarak değiştirildi.
Oturumlara iki ay boyunca geçerli sebebi olmadan katılmayan milletvekilinin vekilliği düşüyordu.
Cumhurbaşkanı gerektiğinde Meclis’e ve Kabine’ye başkanlık yapabilirdi. Fakat Meclis’te yürütülen tartışmalara ve oylamalara katılamazdı.
TBMM, basit çoğunlukla Cumhurbaşkanı’nın vetosunu geçersiz kılabilirdi.
Cumhurbaşkanı’nın TBMM’ni feshetme yetkisi yoktu, bu yetki bizzat yasama organına aitti. Cumhurbaşkanı kanun hükmünde kararname yayınlama yetkisine sahipti.
NEVZAT ÜLGER