KISA BİR SİYASİ TARİH (2)
1930’lu yıllarda yayınlanmakta olan “Kadro” dergisini Şevket Süreyya Aydemir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Burhan Belge çıkarıyordu. Bu kadro diyordu ki; “tam bağımsızlık için ekonomik kalkınma şarttır. Bunun için etkin devlet müdahalesi şarttır.” Yani özgürlüklerin fazla önemi yoktur, baskı yapılabilirdi.
“Kadro” hareketi için gelenekselcilik kovulmalı, laik bir çizgi benimsenmelidir. Onların bu düşünceleri anayasal bir ilke gibi kabul gördü ve nihayet 1931 yılında CHF programına ve Anayasa metnine işlendi. 1935 yılında toplanan 4. Kurultay’da Atatürkçülük ilkeleri belirleniyordu. Partiye göre Türkiye; “milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçı bir Cumhuriyettir.” Bu tanım 1937 yılında Anayasa metnine işlendi. Esasen 1919-1922 döneminde ortaya çıkan halkçılık söylemi 1923 sonrasında ortaya çıkan seçkincilik fenomeni ile sahneden silinmişti. Çünkü 1930 yılından itibaren CHF artık TBMM’nin denetimini tamamen ele geçirmişti ve zaman zaman Mustafa Kemal’e de meydan okumaya başlamıştı. Aşırı laik-milliyetçi kanat partiyi devrimlerin bekçisi olarak görüyordu. Parti Genel Sekreterliğine getirilen Recep Peker kendi doktirinine vurgu yaparak, “değerine ve faydasına bakılmaksızın eski ve geleneksel olan her şey yıkılmalı ve bunların yerine modern olanlar getirilmelidir” diyordu.
Bu noktada Avrupalı misyonerlerin ve şarkiyatçıların empoze ettikleri görüşleri benimsendi: “İslam yapısı gereği maddi ilerlemeye uymaz ve Batı’ya karşıdır. Bundan dolayı laiklik, İslam’ın yerine pozitivist bir ideoloji olarak benimsendi” denilmeye başladı. Böylece laiklik dini kaldırma aracı, milliyetçilik de yeni bir kimlik kazandırma aracı yapıldı. İslam’a karşı düşmanca bir tavır meydana getirildi. Özellikle kaba bir materyalizm ve hazcılık özendirildi. Böylece laiklik, 1930 sonrasında oluşturulan seçkinci bir düzenin önemli bir ideolojisi oldu.
Türk Dil ve Tarih Kurumunun kurulması (1931-32
Halk evlerinin açılması (19 Şubat 1932)
Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
İş kanunu ile grevler yasadışı ilan edildi. (1936)
Basın ve dernek özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlandı. (1938)
Köy Enstitülerinin kurulması (17 Nisan 1940)
İki kurum özel olarak kurulmuştu. Köy Enstitüleri kırsal alanı, Halk Evleri de şehir ve ilçeleri zihnen pozitivizme ve Batıcılığa hazırlamakla görevliydi. Halk evlerinin ayrıca kapatılan Türk Ocakları’nın yerine ikame edildiğini de belirtmemiz gerekir. Böylece “din ve rejim” yerine “vatan ve ulus” kavramları getirilmişti.
1932’den itibaren KİK olarak kurulan işletmeler kar edemiyor gerekçesi ile özel girişim özgürlükleri kısıtlanarak devlet girişimlerinin önü açıldı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk, devletçilik yanlısı İsmet İnönü’yü görevden alarak yerine Celal Bayar’ı getirdi. Ancak Atatürk’ün 1938’de vefat etmesi üzerine bu girişim yarım kaldı. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildi ve CHP’nin bürokratik kanadı tekrar söz sahibi oldu.
1945 yılına geldiğinde Türkiye savaştan çıkmış bir ülke haline gelmişti. Bu yıllarda kurulmakta olan “Yeni Dünya Düzeni” Türkiye’deki bu gidişatı değiştirecek ve çok partili parlamenter sisteme zorunlu geçiş yapılacaktı.
NEVZAT ÜLGER