ABD-TÜRKİYE-RUSYA
“Batının, sömürgecilik sonrası İslam dünyasında oluşturduğu paradigmalara meydan okuyan tek örnek Türkiye’dir.”
Soğuk Savaş dönemi olarak anılan 1945-1989 arası iki direkten oluşuyordu; birincisi genel ekonomik yapılanma, ikincisi Komünizm.
Başka bir ifade tarzıyla, bir ucunda SSCB’nin diğer ucunda ABD’nin oturduğu ve genel iktisadi yükseliş konjonktürünün sağladığı destek noktası üzerinde yükselen bir tahterevalli. Tabi bu argümanlarına hedef aldığı ülkelerde de maşalar bulabiliyorlardı.
Küçük sapmalar olmakla beraber tahterevalli genel olarak 1989 yılına kadar denge durumunu muhafaza etti. Öte yandan azgelişmiş ülkelerle gelişmişler arasındaki güç dengeleri, hep bu tahterevallinin kolları üzerinde değişik moment noktalarında diziliydiler. Ne var ki bunun sonsuza kadar sürmesi mümkün değildi.
Bu tahterevallinin iktisadi destek noktası sarsıntı geçirmeye başladı ve belirli bir süre sonra da SSCB tahterevallinin ucundan düştü. Böylece “istikrar” tarihe karıştı gibi duruyordu ama ABD’nin Suriye ve Irak’ı Rusya’ya bırakma niyetini belirtmesi üzerine denge yine kurulur gibi oldu. Ama nihayi karar yinede ABD’nin olacaktı.
ABD’nin dünya üretimindeki payı sürekli olarak azalıyordu. 1945’teki payı %57 iken, bundan 30 yıl sonra ise %20’ye geriledi. Bunun anlamı ABD’nin payının nispeten kısa bir süre içinde neredeyse üç kat daralmasıydı.
Askeri planda ise ABD kara birlikleri kullanmaktan azami ölçüde kaçınmakta, işlerini mümkün olduğunca başkalarına yaptırmaya çalışmaktadır. Vekalet savaşları biraz da bu tecrübenin sonucudur.
ABD’nin “emperyalist ittifakı” kendi hegemonyası altında tutma çabaları açısından kilit bir önemi olan NATO başlıbaşına bir konudur. NATO’ya, esasta ABD hegemonyasını kristalize etmek için ideolojik gerekçelendirme için yeni tehdit ve düşmanlar uyduruldu: İslamcı terörizm, İslamcı köktendincilik vurgusu ile 11 Eylül 2001 tarihinden itibaren eylemler yapıldı. Keza emperyalist metropollerde İslamcı terörizme mal edilen CIA denetimindeki güçlere sipariş edilen gösterişli terör eylemleri oldu. İşte tam bu noktada ABD, NATO üzerinden Avrupa ordusunun oyunlarının önüne taş koymaya çalışan Türkiye’nin de kolunu bükmeğe çalışmaktadır.
Dünyanın yeniden paylaşımı şiddetle kendisini dayatmaktadır. Bizim bölgemiz açısından; Türkiye’nin kararlı tutumunun ardından bu bölgede üç deletin anlaşması zorunlu hale geldi: ABD-Rusya-Türkiye.
En sorunlu ve çatışmalı bölge hiç kuşkusuz dünya petrol rezervlerinin %66’sının üzerinde oturan Ortadoğu’dur.
Dışarıdan bakıldığında, tüm bu kapışma sürecinin şu an için en güçlü oyuncusunun hâlâ ABD olduğunu gösteriyor. Ancak gücü eskisi gibi hegemonya oluşturmaya yetecek ölçüde değildir, hatta NATO’yu bile hiçe sayan adımlar atmaya başlaması hep bunun göstergeleridir
İslamcı terörizm diye bir düşman icat etme konusundaki inandırıcılığı da pek kalmamıştır.
Esasen 1 Mart 2003 tezkeresinin reddinden bu yana Türkiye hem Fırat Kalkanı Harekatı ile hem de Afrin Harekatı ile bu bölgenin vazgeçilmez devleti olduğunu gösterdiği içindir ki, hem ABD tarafından hem de Rusya tarafından oyun kurucu olarak kabul edilmiştir.