DİNİ ANLAYIŞIMIZ KALKINMACI OLMALIDIR
Ülkenin kalkınması adına da, kendi adımıza da bazı itikat haline getirdiğimiz alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekir.
Hiçbir kalıba sığmayan, tamamen kendinden menkul, toplumu sıkıntıya sokan uçuk inanışlara da, Cebriye ve Mutezile anlayışlarına da sapmadan “ehlisünnet” yolunda devam etmeliyiz. Çünkü “ehlisünnet” diğer ekoller gibi bir ekol değil, Hazreti peygamberden gelen “ana cadde”dir, sonradan oluşturulmamıştır.
İddialı bir cümle daha kullanmama izin verin; sosyolojik ve siyasi konular dini konu değildirler.
Hatta “maturidilik” esas alınırsa akıl yolu biraz daha öne çıkar. Maturidilikte keşif, ilham ve rüya bir bilgi kaynağı kabul edilmez. Maturidi akait kitapları bilgi edinme yollarını sayarken ilham, keşif ve rüyaya yer vermezler. Günümüzde öyle mi ya? Yani; milletin hayrına olan düşüncelere bid’at, şeriatı değiştirmeye matuf olan düşüncelere de rüyalara dayanarak sünnet denilmesine artık prim verilmemelidir.
Kaderi yok sayan (Mutezili) düşüncelerden de, kaderi zorlayıcı (Cebriyeci) anlayışlardan da uzak durulmalıdır. Kişisel anlamda toplumda çok itibar gören bazı düşünce adamlarımızın, özellikle toplumsal hayatımız açısından yalnız bireysel düzelmeyi yeterli görüp, müntesiplerini istisnasız “iyi pasifliğe” iterek edilgen ve teslimiyetçi bir toplum haline getirdikleri unutulmamalıdır. Keza bunların da keşif, ilham ve rüyayı bilgi edinme yolu olarak gördüklerini unutmayalım. Bunların içinde yıldız isimlerimizin de bulunduğunu hepimiz biliyoruz.
Bu konuya neden girdik diye düşünenlerimiz olabilir. Eğer toplumdaki adil bölüşümü hedef alarak, toplumun genel refahını artırmayı önceleyeceksek, işe kendimizi düzeltmekten başlamalıyız da ondan.
Eğer;
Zenginlik de, vergiler de adil olsun diyorsak,
Gelire dayalı vergiler, dolaylı vergilerden fazla olsun diyorsak,
Vergiler arttıkça, üretim düşer, fiyatlar artar diyorsak,
Amel imanın bir cüzü değildir diyorsak
Beşeri ve sosyal değerler ile kalkınma arasında bir bağ vardır diyorsak,
Geçmişteki faydalı bir iktisadi uygulamayı günümüzde ete-kemiğe büründürmek istiyorsak,
Kayıt dışılığı, vergi kaçakçılığını ve her türlü borç-alacak ilişkisini kayıt altına almak istiyorsak,
Piyasanın enflasyonist bir anlayıştan, deflasyonist bir anlayışa evrilmesini, belki daha rasyonel olmasını istiyorsak,
“Emeksiz zenginliklerin” oluşumundaki her türlü şehir rantlarından kurtulmak istiyorsak kur’an’ı ve sünneti iyi anlamamız gerektiğini artık kabul etmemiz gerekir.
Cumhurbaşkanı çok haklı; faiz sebep, enflasyon neticedir. Faizin düşmesini istemek esasında rekabetçi, gerçek anlamda işleyen bir ekonomi istemek demektir.
Bugün de küçük ve orta boy işletmeleri, teknolojiye dayalı alanları desteklemek ve piyasayı ödünsüz çalıştırmak, krizden çıkışın tek reçetesi gibi duruyor. Ama piyasanın ödünsüz çalışması da her şeyden önce bilginin; tekellerin denetiminden çıkıp, hiç engelsiz yayılması belki de zorunluluktur.