KÜRESELLEŞME VE SOYGUN OYUNU
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD dünyada belirleyici ülke haline gelince, önce bir tarafta ABD, diğer tarafta Rusya (SSCB) olmak üzere iki kutuplu bir dünya projesini uygulamaya aldı. (Yeni dünya düzeni)
1989 yılında Rusya’nın “kutup ülke” olma özelliği kaybolunca, ABD tek tabanca olarak dünyaya hükmeder oldu. Ancak bu arada “kapitalizm” fenomeni de dünyada olanca iticiliği ile nefret edilen bir kavram haline gelmişti. İşte bu yıllardan itibaren kapitalizm kavramının yerine bukalemun bir kelime olarak “küreselleşme” tabiri oturtuldu. Artık uluslararası siyaset literatüründe, her türlü sömürüye ve sömürgeciliğe maymuncuk bir kelime olarak “küreselleşme” başköşeye yerleştirildi.
ABD’nin ekonomik ve siyasi gücünü uluslar arası arenada oluşturan bu sistem nasıl mı çalışıyor? ABD’nin bu güce erişmesini sağlayan bu sistem bir bakıma dayatma, bir bakıma da değil.
ABD, hedefine aldığı ülkelere önce “Tetikçi Ekonomistleri”ni gönderiyor. Bu profesyoneller, hedef ülkedeki siyasi partilerden etkili olanlarının lider kadrolarına, hem ülkenin kalkınması için hem de siyasi bir getiri için önemli yol, otoban, baraj, hava alanı, baraj ve buna benzer mega projeleri anlatıyorlar. Siyasetçinin de hedefi hem hizmet etmek hem de hizmetlerin kendisine “oy” olarak dönmesini sağlamak olduğundan bu projelere oldukça sıcak yaklaşıyor. Birinci aşama tamamlanmıştır.
Siyasiler, bu projelerden yerli imkanlarla yapılması mümkün olanlarını hemen yürürlüğe koyuyor. Ama toplumun daha fazla beklentileri vardır. ABD bu beklentileri biraz daha köpürterek gazete köşelerine ve siyasilerin gündemine taşıtıyor. Bu projelerin gerçekleştirilmesi halinde büyüme rakamları şişirilerek pompalanıyor. Elbette bu projeler ülkenin de gerçek ihtiyaçlarıdır ama bütçe imkanları bu işe yetmemektedir.
Siyasiler yavaş yavaş yeni metotlar ararken “yabancı sermaye” kavramı da artık gündemdeki yerini alır. Evet, “borçlanarak bu projeleri realize edelim ama şartlarımıza uygun olarak nereden borçlanmalıyız” diye düşünülmeye başlanır. İşte profesyoneller tekrar devreye girerler ve hemen konsorsiyumlar oluşturularak bu konsorsiyumlara ABD firmalarını dahil ederler. Bu ABD firması hem krediyi bulacak hem de krediyi alma garantisi verecektir. Ülke kredi bulma sıkıntısından kurtulmuştur. Bu durum siyasiler için de ülke için de ballı kaymaktır.
Böylece ortaya ABD-İngiltere icadı olarak “Yap-İşlet-Devret” modeli çıkar. Artık ülkede barajlar ve diğer yatırımlar yapılmaya başlar. Siyasetçi memnundur, ABD memnundur, yerli firmalar ve konsorsiyumun yabancı ortakları da memnundur.
Yapılan yatırımın getirisi devletçe kabul edilen garanti miktarını karşıladığı müddetçe mesele yok. Ancak karşılayamazsa ilgili devlet ya bütçeden öder veya başka formüller devreye sokulur. Mesela askeri üs kurma olabilir ya da içerde ve dışarıda önemli oylamalar ve hareketler olabilir.
Peki siyasi iktidar sömürüye direnirse ne olur?
Bizim ülkemizi örneklendirirsek; 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbelerine bakmamız gerekir. 15 Temmuz 2016 başarısız hain darbe girişimine, Taksim olaylarına ve teröre bakmamız gerekir?