MODERNLEŞME BATI’YA MI ÖZGÜDÜR
Islahat Fermanı’nın yayımlanmasından (1856) sonra oluşan fikir akımlarının tamamı modernleştirici bir özelliğe sahiptirler diyor konu uzmanları. İslamcılık, Batıcılık, Osmanlıcılık/Türkçülük akımlarının hepsi de ülkeyi kurtarmak istiyorlar ve hepsi de modernleştirici. İnanmayanlar Abdulhamit’in yaptıklarına baksın. Bu gün eğitimimiz, mühendis mekteplerimiz, askeri okullarımız ve darul fünunumuz (üniversite) o dönemde başlamamış mı? Peki, bütün yapılanlar ve sonradan yapılacak olanlar ortada olduğu halde bugüne kadar bir kısım düşünceleri, özellikle Müslümanları modernleştirici bir tutumun dışında gösterme çabalarının temel argüman nedir?
Zannederim aidiyeti itibariyle birkaç konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Birincisi “Batıcı olmak ya da Batılılaştırmak” konusu ile modernleşme konusu arasındaki irtibat veya irtibatsızlık iyi tespit edilmelidir. Modern olmak aslında yaşayan hayatı yakalayabilmek iken, Batılılaşmak ayrı bir konudur. Biri hayatın normal akışı içinde olduğu halde diğeri ise tamamen bir “ideoloji”dir.
İkincisi, modernleşme ayrıdır, sekülerizm ayrıdır. Çünkü modern zamanların insanı genel olarak dindardır ama seküler düşünceye karşı mesafelidir. Zaten modern hayat içerisindeki Batı’da da mücadele vahyi dinle değil, kilise ve ruhban sınıfının tekelindeki “paralel dinle” yapılmıştı. Paralel din oluşturma olgusu dünyanın her yerinde vardır. Yani mücadele modern hayatla değil, seküler dünya görüşü ile yapılmıştır.
Üçüncüsü, modernleşme hayat akışı içerisinde takip edilen bir tarzdır ama “modernizm” de bir ideolojidir. Modern olmakla modernizm çok farklıdır. Nitekim bu konu ülkemizde de birçok sıkıntıya neden olmuştur. Özellikle “pozitivizm” ideolojisi topluma modernleşme olarak sunulmaya çalışılmıştır. Oysa pozitivizm ve modernizm birer ideolojidirler. Modernleşme ise yaşayan hayatın algılanma biçimidir. Kısacası problem bazı devlet elitlerinin kendi kişisel görüşlerini sanki devletin resmi görüşüymüş gibi, pozitivizmi ve sekülerizmi modern hayatmış gibi topluma sunmaları ve dayatmaları sakatlığı hem toplumda gerilimlere neden olmuş hem de toplumun normalleşmesinin önüne barikatlar çıkarmıştır.
Bu ülkede yaşayan insanların büyük çoğunluğu Batılılaşmayı benimsemedi ama bu toplumun modernleşmeye karşı olduğunu söylemek oldukça yanlış bir tespittir. Çatışmadan medet uman çevrelerin içine düştüğü bu yanlıştan dönmek bir hayli zaman alırken, ülkeye de zaman kaybettirmiştir.
Kanaatim odur ki; sosyolojik kavramlar yerine oturtulmadan “afferinizm” getirilerinden faydalanmak için din dahil, her şeyi tersyüz etmekten çekinmeyen bezirganlardan kurtulmanın yolu yoktur. Hem kavramları yerli yerine oturtmak hem de sosyolojik yapıyı bilimsel muhtevasına uygun bir şekilde analiz etmek gerekir. Mehmet Akif mi, Necip Fazıl mı, Sezai Karakoç mu, Necmeddin Erbakan mı, Nurettin Topçu mu, Ali Fuad Başgil mi, Mevdudi mi, Muhammed İkbal mi, Mehmet Aydın mı, Ali Bardakoğlu mu, Ahmet Davutoğlu mu, Süleyman Ateş mi, Aliya İzzet Begoviç mi, Halil İnalcık mı modern hayatın dışındadır? Aman dikkatli olalım. Toplumsal olayları kimin gözüyle okuduğumuz oldukça önemlidir. Oryantalizme yamanmaya da, determinizm çukuruna düşmeye de gerek yok.
Müslüman toplumlar modernleşmeyle herhangi bir problem yaşamıyor ancak ideolojiler anlamında pozitivizm, sekülerizm ve modernizm ile kan uyuşmazlığı yaşıyorlar. Sakin sakin düşünmek daha akıllıca ve daha güzeldir.
NEVZAT ÜLGER