“AÇIK” MERKEZLİ KALKINMA
Türkiye’de büyüme iç taleple sağlanıyor. 2003 yılından beri uygulanan kalkınma modeli cari açığa ve bütçe açığına dayalı bir sistem.
Mevduat faizi %19, kredi faizi %21-23 aralığında, dolar kuru 4,75, cari açık var, fiyatlar yükselmeye başladı. Şimdi bu konuya biraz açıklık getirelim. 2003 yılının birinci gününden 2018 yılının Nisan ayına kadar Türkiye 137 milyar doları kamu, 316 milyar doları da özel sektör olmak üzere toplamda 453 milyar dolar borçlanmış. İşte işin bam teli de burada başlıyor. Özel sektörün 316 milyar dolarlık toplam dış borcunun 160 milyar dolarlık kısmını bankalar yapmış. Yani bankalar aldıkları borçtan hem kar etmek hem de rahat geri ödeme yapabilmek için faizlerin yükseltilmesini ısrarla savunuyor. Tabi olaya bankalar kendi açılarından bakıyorlar. Yatırımlar duracakmış, ne gam! Parayı satacak o kadar çok yer var ki…
Cumhurbaşkanı haklı olarak; Türkiye ekonomisi dolar yükseldiği için değil, faiz yükseltildiği için zora giriyor türü açıklamalar yapıyor. Hatta “faiz sebep, enflasyon neticedir” dedi.
Bankaların bu ısrarcı tutumu ve kredilerin belli kişi ve kuruluşlara verilmesinden dolayı da bazı ekonomi yazarları devamlı olarak; “faiz rantının yerini acaba beton rantı mı aldı” diyorlar. Çünkü “büyük yatırımlarla tetikçi ekonomistler arasında bir bağ yok mu” diye de ekliyorlar. Tetikçi ekonomistler önce parayı yatırabilecekleri alanı tespit ediyor sonra da finansın kaynağını ayarlıyorlar. Tabi siyasiler de çok normal olarak yatırım olsun diye arzulular elbette.
Dile kolay; yukarıda verilen tarihler arasında (2003-2018) bu ülke toplamda 1.941 milyar dolarlık ihracat yapabilmiştir. Aynı dönemdeki ithalatımız da 2.700 milyar dolar. Aradaki fark 750 milyar dolar. Bu farkın bir kısmını turizmle karşılıyoruz. Ondan sonraki fark 570 milyar dolar. Ne demek? Bu farkı kapatmak için dışarıdan para bulunacak. Dünya sistemi böyle çalışıyor. Yatırım alanı-karar- finans tedariki-yatırımın gerçekleşmesi-geri ödeme. Bu döngü gelişmekte olan ülkelerde devamlı uygulanıyor.
Tekrar başa dönersek; büyümenin esas itibariyle üretime dayalı olması arzulanır. Eğer büyüme üretime dayalı olmazsa devamlı açık vermek kaçınılmaz olur. Elbette bu durumda da hep dış sermayenin gelmesi beklenir. Nitekim bahse konu tarihlerde bu ülkeye doğrudan yatırım için 196 milyar dolar para gelmiş. Tabi 185 milyar dolar da sıcak para girişi olmuş. İyi olmuş mu olmamış mı diye olaya bakacak olursanız ülkenin 16 yıl öncesine ve şimdiki durumuna bakarak karar verebilirsiniz. Gelen dış kaynağa baktığımız zaman; AB’den 110 milyar dolar, Körfez ülkelerinden 23 milyar dolar, ABD’den 12 milyar dolar para yatırım için gelmiş diyebiliyor resmi kaynaklar.
Her ülkenin sermayeye ihtiyacı vardır ama en çok da gelişmekte olan ülkelerin sermaye ihtiyacı yüksektir. Tabi gelişmenin lokomotifi özel sektör olmalıdır ama devlet de yönlendirici olurken, özel sektörün giremediği alanlarda (adalet, savunma ve eğitim gibi alanlara) devretmek üzere yatırımlar yapmalıdır. Şuna dikkat etmek gerekir herhalde; özel sektör yatırımları mı kalkınmaya daha çok katkı sağlıyor yoksa devlet yatırımları mı?
NEVZAT ÜLGER