DEİZM, SEKÜLERİZMİN ÇOCUĞUDUR
Sayıları marjinal da olsa bu toplumda bir deist gurup var. Deist; dinleri reddederek yaratıcıyı akıl yoluyla bulmaya çalışan insana deniyor. Yaratıcının varlığını da sadece ilk yaratmakla sınırlı tutup, sonrası için muktedir olmayan bir yaratıcı anlayışı. Aklı/muhakemeyi öncelemekten ziyade onu yücelten bir anlayış. Rasyonalizmin kulakları çınlasın.
Konu elbette ateizmle, hedonizm ve narsizmle birlikte incelenmelidir. Keza mealcilik akımını da bu incelemenin dışında tutmamak gerekir kanaatimce. Ayrıca toplumda dindar denilen kitlenin, İslam’ın kurallarını yok sayarak hayatını “kafasına göre takılarak” yaşamasını nasıl konunun dışında tutabiliriz? Yani kişi Müslüman olduğunu, hatta özellikle dindar olduğunu söylüyor ama İslami ilkeler onun hayatını belirlemede hiçbir fonksiyona sahip değil. Tıpkı tenkit ettiği deist gibi modern bir hayat yaşamayı “dindarlık” olarak kabul ediyor.
Hoşumuza gitsin veya gitmesin, modern hayat bizim hayatımızı şekillendiren kuralları koyuyor. Son iki yüz yıllık bir Batılılaşma düşüncesinin sonucunu yaşıyor toplum. Batılılaşma (modernite) İslam’ı isim olarak değil ama pratik olarak birçok Müslüman’ı İslami hayatın dışına çıkardı.
Hani meşhur bir darbımeseldir; “kişi inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanır.”
Bizim neslimiz üç sistemi birlikte yaşıyor demiştim geçen haftaki yazımda. Tarım toplumu, modernizm ve küreselleşme. İşte günümüzde genellikle küreselleşmenin bir türevi olan dijital dönemin başlangıcı olarak kabul edilen 1990 ve sonrası yıllarda doğan insanları daha çok bu yeni akıma ilgi duydu. Kabul etmeliyiz ki 1990 yılı sonrasında doğan nesille aramızda olayları algılama farklılığı var. Eğer bu durumu görmezden gelirsek problemlerimizi çözemeyiz zannederim. Tabi konunun yaratıcı ile kul kavramı ile din, Peygamber, vahiy kavramları ile ilgisi var. Tarikat ve cemaatlerin olumsuz söz ve davranışlarının, skolastik dini anlayış (çözüm üretemeyen nakilcilik) ile hayatı siyaset kurumu üzerinden okuyup fikir ve düşünce üretmeyi mensubu olduğu siyasi oluşuma göre yapanlarla da ilgisi var elbette.
Sivil Toplum Kuruluşu denilen oluşumlar kendilerini yeniden gözden geçirmeli diye bir düşünce geliyor aklıma. Aslında STK’lar seküler bir geleneği yaşatmak için mi yoksa sivil geleneği yaşatmak için mi var olduklarını yeniden düşünmelidirler. Bu kuruluşların Türkiye’nin “milli meselesi” olarak kabul ettiğim İslam’ın siyasi düzendeki yerinin ne olacağı üzerinde çalışmaları gerekmez mi? Bu oluşumların fonlar ve mali konular kadar, kadın ve gençlik konusunu da gündemlerine almaları gerekmez mi? Bir adım daha atarak şöyle söylemek mümkün müdür acaba; STK’lar elbette siyaset ve iktidar dışı kalmamalı ama devletten çok halkla bütünleşmelidirler. Çünkü devlet buyurgandır ve kendisini her pozisyonda koruyabilecek bir yapıdadır. Toplum ise kendisini STK’lar yoluyla ifade eder. Kaldı ki esas itibariyle “Siyasi Partiler” de birer STK’dır.
Deizm sakın sekülerleşmenin çocuğu olmasın?
NEVZAT ÜLGER