ESAS OLAN DOĞRU BİLGİDİR
Harputizade Hacı Mustafa Efendi’nin, Alman Filozofu Louis Büchner’in “Madde ve Kuvvet” isimli eserine yazdığı “Red ve İspat” isimli reddiye kitabını okurken şuna kanaatim hasıl oldu ki; “sufilik (sufi bilgi kuramı) Batiniliğe ve modern sapmalara yeterli eleştiriyi yöneltemez.” Çünkü sufilik her türlü haklı ve haksız görüşe sadece saygılı davranmakla kalmaz, onun yanlışlarını da dile getirmekten şiddetle kaçınır. İlim adamı öğle değildir, hakikati arar devamlı, eğer skolastik değilse.
Bir adım daha atarak; “resmi anlayışlar da modern farklılıklara doyurucu cevap veremez” demekte bir sakınca yoktur zannederim. Çünkü resmi görüşler daha çok defansiftir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanı’nın deizm için yaptığı son açıklamaları, DİB mensuplarının mensubiyetten ileri gelen memnuniyetinden başka toplumda konuya ilgi duyan hiç kimseyi memnun etmemiştir. Amirlerinin gözüne girmeyi ve onlar tarafından övülmeyi seven insanlar “teba” zihniyetlidirler, vatandaş-birey olmayı bilmiyorlardır. Bu insanlar için hürriyetten ve şahsiyetten bahsetmek belki ikicilik olur, belki de zararlıdır.
Bir başka adam hala daha iman-amel (büyük günah işleyenin durumu) konusunda itikadi mezhebinin etkisinden kurtulamıyor. Amel imanın bir cüzü ise katil, hırsız, zani ve emeksiz zenginler için ne yapıyorsun diye sorarlar adama değil mi?
O hala rüya, ilham ve keşif bir bilgi kaynağıdır demeye devam ediyor. Beşeri ve sosyal değerler ile kalkınma arasındaki teorik ve tarihsel bağı görmemekte ısrar ediyor.
“Tedbir-i menzilden” (ev yönetimi anlayışından) ilm-i servet (daha fazla servet edinme) anlayışına geçildiğini görmemek için özel bir çaba harcıyor. Çünkü ülkenin geliri hakkında da, gelirin nereye ve nasıl harcandığından da, gelirin adil bir şekilde dağıtılıp dağıtılmadığı hakkında da bilgi edinmek istemiyor. Zenginlik de vergiler de adil dağıtılmalıdır ilkesinden haberi yok.
“Ezmanın tegayyürü (değişmesi) ile ahkamın (hükümlerin) tegayyürü inkar edilemez” ilkesinin dinle değil, uygulamalarla ilgili olduğunu anlamıyor. Mustafa Özel de buna dikkat çekmek için, “romancılarımız iktisat bilmez, iktisatçılarımız roman okumaz” diyor. Yani bilge tek kanatla uçamaz diyor. Örneklendirirken olumlu anlamda Goethe’yi örnek veriyor. Goethe hem iyi bir iktisatçı hem de ünlü bir şairdir. Ama toplumlar onu şair ve bilge konumlarıyla tanır. Elbette “iktisatçı- şair” gibi bir tanımlama kulağa hiç de hoş gelmezdi zaten. “Su Ürünleri Mühendisi” ne kadar sevimlidir diye bir düşünün isterseniz. “Fenni sünnetçi” tanımlaması, belki berberlerin sünnetçilik yaptıkları zaman diliminde bir şeydi ama şimdi öğle midir ya?!
Tekrar konumuza dönersek; Kur’an ve Hadis (Sünnet) yeterince iyi anlaşılmadığı ve topluma sunulmadığı için olsa gerek ki; Müslümanların siyasi ve iktisadi tarihlerinin büyük bir bölümü, özgürlük sorunları yaşayarak, iktisadi olarak da düşük hayat standardı, bozuk gelir dağılımı ve neticede de fakirlik içinde geçmiştir.
Hayırlı ümmet olma vasfına geçmek için, işe kendimizi düzeltmekten başlamalıyız.
NEVZAT ÜLGER