KURULUŞTAKİ KURUCU İRADE
İttihat Terakki Cemiyeti’nin 1909 darbesi ile yönetimi yalnız başına üstlenmesinin ardından Birinci Dünya Savaşı’na girmemiz sonucu, bazı komutan ve düşünce adamlarının ülkenin kurtuluşu için arayışlara girdiği bilinmektedir. Çünkü görünen manzara, Batı’nın yer altı ve yerüstü zenginliği olan Ortadoğu ve bölge ülkelerini egemenliği altına almak istedikleri hiç de bilinmeyecek kadar gizli bir emel değildi. Uzak geçmişte Mısır’a, şimdilerde ise Libya, Irak, Suriye ve Afganistan’a yaptıkları sır değil.
Eski bir Başbakan’ın ifadesine göre daha 1907 yılında, belki yönetimde olmaları nedeniyle iki kişi, Türkiye’nin geleceğinin Anadolu üzerinden düşünülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bunlardan biri ve belki en önemlisi Mustafa Kemal olup, onun bu düşüncesi daha sonra hem Lozan Antlaşmasında, hem nüfus mübadelesinde, hem ulus-devlet oluşumunda ve hem de devletin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Mustafa Kemal’e göre enerji kaynaklarının bu kadar bol olduğu Ortadoğu coğrafyasını İngiltere ve Fransa başta olmak üzere birçok başat ülkenin, o zamanki bölgenin söz sahibi devleti Osmanlı topraklarını aralarında pay etmek istedikleri çok netti. Nitekim 1915 yılında gizli imzalanan Sykes-Picot anlaşması ile İngiltere, Fransa ve Rusya’nın emelleri bu fikri doğruluyor. Birinci Dünya savaşı da Almanların fazla pay istemeleriyle bağlantılı değil midir? Gerçi 1917 yılında Rusya’da Ekim devriminin olması bu anlaşmayı atıl hale getirmiş, Rus lider Lenin de antlaşmadan fayda sağlayamayacağı için Sykes-Picot antlaşmasını faş etmişti. Bu nedenle de kurucu kadro Türkiye için asıl olanın Anadolu (Misak-ı Milli Sınırları) olduğu tezi üzerine çalışma yaptırarak, bu gün üzerinde yaşadığımız topraklara sahip çıkmıştır.
Bu konu Lozan Antlaşması görüşmelerinde devamlı dikkate alınmış ve “azınlık” konusu yalnız gayri Müslimler için kabul edilmiştir. Müslüman olmak Türk milleti içinde olmaktır tezi kabul ettirilmiştir.
Keza nüfus mübadelelerinde de aynı hassasiyet gösterilerek, yurtdışındaki Müslüman topluluklar Türkiye’ye alınmış, gayri Müslimler Balkanlara gönderilmiştir. Çünkü gayri Müslim bir toplulukla Türkiye’de millileşme çalışmalarının yapılamayacağını kurucu irade açısından izaha bile gerek yoktur.
Böylece daha sonra millet kavramı, aynı dine inanan topluluklar olarak işlenerek, Batı’nın azınlık kavramı içerisinde herhangi bir etnik yapının başının kaşınmasının önüne geçilmiştir. Böylece Türk Milleti kavramı, Türkiye sınırlarında yaşayan ve Müslüman olan toplulukların hepsini içine alan milli/kültürel bir topluluk olarak anlaşılmıştır. Zaten bundan dolayı da milliyetçi kitle; “Türk milleti demek, bu topraklarda yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesi kapsar” cümlesini kullanmaktadır. Böylece misakı milli sınırlarında yaşayanlar “Türk Milleti” şemsiyesi altında toplanmıştır. Bundan dolayı da Türk Milleti’ni İslam Milleti olarak anlayan görüş ağırlıktadır.
Bu anlatılanların Kurtuluş Savaşı sonucunda toplanan Lozan görüşmelerinde karara bağlanmasının kolay olmadığını bilmemiz gerekiyor. Çünkü ortadaki statü nereden bakarsak bakalım netice itibariyle bir savaş ortamıdır. Muhataplarımız “Türkiye açısından geleceğe ne kadar çok problem aktarılırsa o kadar iyi olur” görüşündedirler. Buna karşı kurucu kadro ferasetli davranmıştır.
İnsanlar zeka seviyeleri kadar ileri görüşlü olurlar. Yalnız tecrübe yetmez, ufuk insanlara her devirde ihtiyaç vardır.
NEVZAT ÜLGER