ATATÜRK VE DEVLET
Mustafa Kemal’in düşünce yapısının 1920 yılından önce şekillendiğini iyi görmek gerekir. Kendisi Fransızca bildiği için Aydınlanma dönemi düşünürlerinin Fransızca yazılmış eserlerine rahatlıkla ulaşabiliyordu. Onu en çok etkileyenler, Kilisenin egemenliğine karşı çıkan fikirleri ile Voltaire, Cumhuriyet rejiminin faziletlerine dair yazdıkları ile Montesquieu. Ayrıca sosyolog-iktisat kuramcısı ve felsefeciler cümlesinden; Emilie Durkheim, Maximilian Weber, John Stuart Mill ve Immanual Kant gibi Aydınlanma düşüncesinin en baba isimleridir.
Yerli düşünce adamlarından Namık Kemal, Filibeli Ahmed Hilmi, Ziya Gökalp ve Abdullah Cevdet’in düşüncelerinden de faydalanmıştır. Özellikle Namık Kemal’in Şark Meselesi, vatan kavramı ve meşrutiyet sistemine dair görüşlerinden, Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin “Allah’ı İnkâr Etmek Mümkün müdür?” adlı eserinden ve akılcı görüşlerinden faydalanmıştır. Zaten fikir babası olarak Ziya Gökalp, manevi baba olarak Namık Kemal’i kendisi işaret eder.
Mustafa Kemal’in, Filibeli Ahmed Hilmi gibi İslamcıların Batılı düşünürlere karşı İslam’ı müdafaa adına ortaya koydukları cevapları yeterli bulmadığını belirtmek gerekir.
Mustafa Kemal, aydınlanma döneminin anlayışına paralel olarak dinlerin sosyolojik bir vakıa olduğunu, tarihin seyri içinde şekillendiğini, yaşanılan şartların dinlerin gelişiminde etkili olduğunu söylemektedir.
Enver Ziya Karal, Atatürk’ün kozmik bir din anlayışına sahip olduğunu söyler. Ona göre Tanrı, tabiatın derinliklerinde gizli ve insanı kendine hayran bırakan bir Tanrı’dır. Dolayısı ile tabiattaki bütün güçlerin tek kaynağı yine tabiatın kendisidir. İnsan da tabiatın bir ürünü olduğundan onun yaşamı bir mücadeleden ibarettir. Mücadelede ise başarı akla aittir.
Mustafa Kemal, bilim ve fenni, dine tercih eder. Din ancak ilim ve fenne uygunluk ölçüsünde kabul görür. Din ferde ait bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının sesini dinlemekte serbesttir. Atatürk, düşünceye ve tefekküre karşı olmadığını ve dine saygılı olduğunu beyan eder. Ancak bu saygılı olduğu din, vicdanlarda olan dindir. Sosyal ve siyasal hayatı etkilemiş bir dine karşıdır. Devlet ve millet işlerinin, din yörüngesinden çıkarılacağını ve dini toplumda sosyal ve siyasal işlere karıştıran mürtecilere fırsat vermeyeceğini deklare eder. Ona göre devlet ve millet işleri aklın ve bilimin rehberliği altında halledilmelidir.
Mustafa Kemal’e göre en sağlıklı din anlayışı rasyonel din anlayışıdır. O, 1923’te İzmir’de “Bizim dinimiz en makul ve tabii bir dindir, bir dinin tabii olabilmesi için akla, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur” demiştir.
Atatürk’e göre din akılcı olmalıdır. Akılcı olmanın gereği olarak akla uymayan şeyler, boş inanışlar ve hurafeler dinden atılmalıdır. Atatürk’e göre İslam akla ve mantığa uygun bir dindir. Dinimizde ruhban sınıfı gibi bir sınıfın varlığı kabul edilemez. O, herkesin eşit olduğunu ve dinin hükümlerini kendi başına öğrenebileceğini söylemiştir. Tıpkı reform hareketlerini başlatan Luther ve Calvin’in dediği gibi.
Kasım 1925’te Tekke ve Zaviyelerin kapatılması esnasında; “Efendiler ve ey ulus biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır” demiştir.
Mustafa Kemal’in “Türk Ulusu” inşa etme sürecinde yaptığı reformlarda din en önemli alanı oluşturur. Yaptığı reformların hemen hepsinin gelip dayandığı nihai alan dindir. Zaten Türkiye’de hiçbir mesele yoktur ki dinle ilgisi olmasın.
NEVZAT ÜLGER