SİYASET VE GENÇLİK
Geçen hafta yazdığım bir yazıda 30 yaşının altındaki gençleri anlamakta zorlanıyor toplum demiştim. 18-30 yaş arası seçmen sayısı da bir hayli yüksek işin doğrusu: 20 milyon. Yalnız 18-25 yaş arası seçmen sayısı 15 milyon. Demek ki konu önemli.
Bizler aramızda hep tartışıyoruz, gençler “apolitik” diye. Halbuki gençler apolitik değil, sadece dünya görüşlerindeki politik anlayış farklı. Çevreyle çok ilgililer ama çevre tanımları bildiğimiz siyaset tanımlarına uymuyor. Örneğin onlar çevreyi ne ile tanımlıyorlarsa siz de onlara o konu ile ilgili şeyler söylediğiniz zaman sizi anlar ve siz onlara yaklaşabilirsiniz.
Gençler siyaseti ciddi bir şey olarak değil, günlük hayatlarının içinden davranışlarla algılıyor. Yani siyaseti hayatın dışında özel bir alan olarak değil, hayatın içerisinde normal bir konu, normal bir hareket olarak görüyorlar. O nedenle de seçilmiş olmak onlar için farklı ama çok önemli olay değildir. Hele hele hiyerarşik bir ayrışmayı çirkin ve biraz da “lümpenlik” olarak görüyorlar.
Onlar hayatlarının odak noktasındaki konularla ilişkileniyor. Dedikleri şu; “Biz arkadaşlarımızla siyaset konuşmuyoruz, çünkü siyaset bölücü bir şey.” Bu çok farklı sosyo-ekonomik bir profil ve farklı ideolojiden gelen genç seçmenler aynı konuları aynı dilde konuşuyor. Siyasetle uğraşan insanlar onların kurduğu dili öğrenebilirlerse onlara ulaşabilirler.
Çok net bir ifade ile; “genç seçmen, kendisini siyasi partilerin müşterisi olarak görmüyor ve böyle görenlerden de hoşlanmıyor.”
Devamlı “Siyaset, siyaset” diyerek onlara ulaşamazsınız. Ciddi olmakla asık suratlı olmak farklı şeyler olduğundan, gençler asık suratlı siyaset istemiyor. Bazı partilerin 50 yıldır yeterli başarı elde edememelerini biraz da burada aramak gerekmez mi?
Dikkat edelim, gençler bir partiyi, bir lideri desteklemeye başladıkları zaman o lider ve parti görünür oluyor. Ama dikkatlerini başka taraflara çevirdikleri zaman, o parti biraz da kenara itiliyor. Konu ile ilgili çokça örnekler var.
Gençler için de, genel sosyoloji için de seçmenler kalabalıklara bakıyor ama oy vermiyor. Zaten konu uzmanlarına göre kararlar biraz da seçimlerden önce veriliyor. Bir kavga görürsünüz, herkes durur, bakar ama kimse bir çözüm üretmez, müdahil de olmaz. Görgü şahidi yazayım deseniz bir kişi bulamazsınız. Seyircisi çok ama alıcısı yok.
Ama yine de siyaset tamamen bir güç gösterisidir. Seçmen de bu güç gösterisinden etkileniyor. Siz mitingi sadece bir meydanda doluşmuş insanlar olarak görmeyin. Üç adım gerisine gidin. Bir liderin o şehre gitmesi bir artıdır. Çünkü seçmen “bana geldi” diyor. O parti teşkilatının o meydanı doldurmak gibi bir görevi vardır. O meydanı doldurabilmek için örgüt çalışır. Akşam haberlerinde televizyona çıkma bir avantaj sağlıyor. Seçmenle aynı dili konuşabildiğini gösteriyor, söylemlerini, vaatlerini yerelleştirebiliyor. Bunu televizyonda yapamaz. Televizyon konuşmacılarını dinleyen insanların daha çok 60 yaşının üzerindeki seçmenler olduğunu görüyoruz.
Her seçmen kendi dünyasına hitap eden bir lider arıyor. “Bu da benim gibiydi” demek istiyor. Çok ilginçtir, seçmenler, liderler üzerinden çocuklarıyla ilgili hayaller kuruyor. Sosyo-ekonomik profili orta tabakadan bir seçmen, oradan gelmiş bir lideri görünce, kendi çocuğu için de hayal kurabiliyor. Oy vermenin benzerler arası bir dayanışma olduğu da doğrudur. Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın orta tabakadan gelmiş bir profilinin olması çok büyük karşılık buldu. Esas olan aynı sosyo-kültürel sınıfın insanları olmalarıdır. Ama bu profilinizi unutmamanız gerekir.
Time dergisi Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ı kapak yapmış. Bence hiçbir önemi yoktur. Erdoğan’ın başarısı halktan aldığı oydur ve gerisi teferruattır.
Demek ki zamanlama ve seçmen profilini dikkate aldığımız kadar, seçilecekler profili de oldukça önemli. “Hem bana benzeyecek hem de başarılı olma ümidi veren bir hayat hikayesi olacak” diye bakıyor seçmen. Hele de gençler…
NEVZAT ÜLGER