İKİ BLOKLU SEÇİM
Türkiye’nin geleceğinin parlak olması açısından; “kuvvetler ayrılığına dayalı güçlü bir demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin evrensel kriterler seviyesinde uygulandığı, liyakat, şeffaflık ve hesap verebilirlik kural ve ilkelerinin geçerli olduğu” bir işleyiş gereklidir.
Türkiye gibi demokrasi tecrübesi defalarca darbelere maruz kalmış, sosyolojik anlamda “cemaat kültürü”nden demokratik kültüre evrilmeyi başaramamış toplumlarda, ne yazık ki uzlaşmaya giden yollar barikatlarla dolu. Siyasi partilerimiz adeta kapalı birer cemaat yapısı gibi. Her şeyden önce her partinin genetik kodları kendi kapalı cemaat yapılarının sınırları dışına çıkmaya izin vermiyor. Çünkü fikir üretmeye dayalı bir toplumsal anlayışımız biraz sıkıntılı.
Her şeye rağmen, biraz da şartların zorlamasıyla partiler daha çok sistem analizi üzerinden giderek iki blokta toplandılar.
Önce AK Parti ve MHP köşeli çıkışları en azından birbirlerine karşı kullanmayarak bir blok oluşturdular. Adını da “Cumhur İttifakı” koydular. Partili Cumhurbaşkanlığı anlayışı üzerinde anlaşma.
Ardından CHP, Saadet Partisi, İYİ Parti ve DP kendi aralarında bir blok oluşturdular. Adına da “Demokrasi Birliği” dediler. Parlamenter sistem ve kuvvetler ayrılığı anlayışı üzerinde anlaşma.
Bu oluşumlar elbette partilerin tavanda bir araya gelmelerini sağladı ama esas olan tabanda birlikteliğin sağlanmasıdır. Geçen referandumda, tavandaki birleşmenin tabana yansımadığını görmüştük. Ama önemli bir işlevi olmuştu bu tavan birleşmesinin; en azından tepedeki kavgalar kısmen azaldığı için toplum da fazla gerilmemişti.
Bu birleşmeler üzerinden birkaç tahlil yapılırsa şöyle demek mümkün olabilir:
Toplumda genel kanı; Bahçeli’nin partisini korumak adına bu dönemde yapabileceği en rasyonel davranışta bulunduğu üzerinedir.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun bütün değişimci gayretlerine rağmen, CHP’li bazı isimler 1930’lardan kalma paradigmalarının dışına çıkmaya cesaret edemiyor. Partilerine ait “mutluluk dönemi” söylemini partinin yarısı terk edemiyor. Sosyolojik manada ‘cemaatçilik’ dediğimiz şey de budur. Yani kendisini geniş bir rasyonel akla kapatıp, geleneksel particilik zihniyetinin dışına çıkamamak.
Türkiye demokrasisinin de, bireysel gelişmenin de en büyük düşmanı, kendinden olmayana tahammülsüz olmak değil midir?
İYİ Parti… Tepkisel olan bir hareketi büyütmek için ısrarcı tutumları olan bir parti. Onlarda da bir ideolojik aidiyet taassubu var. Elbette bunu aşmak isteyen Meral Akşener ve bazı partililer var ama hala eski berberlere tıraş olmayı marifet sayanlar da az değil. Kim bilir, belki de bu şekilde siyaset yapmalarının temelinde başka saikler vardır.
Süreçte en rasyonel tavır sergileyen liderin Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu olduğu üzerinde toplumda genel bir kanı var. Toplumda meydana getirilen algı bağlamında en sivri olması gereken Saadet lideri Karamollaoğlu, uzlaşma kültürünün en doğru örneğini sergilemiştir.
Seçim sürecinin kısa olmasının mahzurları kadar, getirilerinin de olduğu bir süreci yaşıyoruz. Ülkemize hayırlı olur inşallah.
NEVZAT ÜLGER