KALKINMA VE BÜYÜMEDE BATILILAŞMA
Kalkınmanın ve büyümenin ön koşulunu sanayileşme olarak tarif eden Batı, gelişmemiş ülkelere ihraç ettiği Batılılaşma ideolojisi vasıtasıyla sanayileşmeyi değil, iç gereklerden ziyade yabancı ülkelerin “aracı ve komisyoncu” ihtiyacını karşılamak için ticareti teşvik etmiştir. Dolayısıyla yerli burjuvazi diye isimlendirilen yerli girişimciler, üretken olmaktan ziyade bayi ya da komisyoncu olarak hayatlarını devam ettirmiştir.
1800’lerde başlayan Batıcılık, 1839 yılında resmiyet kazanmış, 1856 yılında da azınlıkları yerli nüfusun üzerinde haklara kavuşturmuştur. O yıllarda da sonraki zamanlarda da Batılılaşmanın esas işlevinin hakim zümreleri güçlendirmek olduğunu halk kitleleri anlayamadıklarından kendi yoksulluğunu Batılılaşmanın dış görüntüsünden bilmiştir. “Alttakilere din-iman, üstekilere han-hamam” anlayışını çağrıştırıyor adeta. Bu işin “ekonomik mekanizması”nı anlayamadığı için de Batı’nın yaşayış tarzını benimseyen kitleleri ve bürokrasiyi hep hedef almıştır. Hatta bu iş o kadar içselleştirmiş ki “ilericilik-gericilik” tartışması 21.yüzyıla kadar hep asrileşmenin reddi veya kabulü üzerinden devam etmiştir. Halk değişimin Cumhuriyetten 100 yıl önce başladığını görmezden gelmiştir. Batıcılığı ve oryantalizmi ciddi eleştirilerin günümüzden fazla uzaklara gitmediğini görmek gerekir. Siyasi anlamda da ciddi Batı eleştirisinin “Milli Görüş” patentinden sonra geliştiğini unutmamak, hatta bu konu için siyasi kulvarda Necmettin Erbakan’a özel bir yer açmak gerektiğini kabul etmek lazımdır. “İthal ikameci” model dahi onunla anlam kazanmıştır. Dış güçlerin “yerli sevicileri” Erbakan’ın sanayileşme düşünce ve hamlelerine az mı karşı çıktılar? Bakmayın şimdi günah çıkardıklarına.
Halbuki 1826’dan sonra iktidar hep bürokratla seçkinler arasında paylaşılmış, halk hiçbir zaman yönetici olmadığından, hep bürokrasi söz sahibi olmuştur. 1950 yılında başlayan değişim hareketlerinde de bürokrasi inisiyatifi hiçbir zaman elinden kaçırmamıştır. Bu dünyanın her yerinde böyle mi işlemektedir diye baktığımızda, gelişmemiş ülkelerin hepsinde de böyle olduğunu görüyoruz. Bu anlamda önceleri bürokrasinin sözcülüğünü İttihat-Terakki yaparken, sonraları bu görevi önce bir siyasi parti yalnız başına, 1965 sonrasında da bir başka siyasi partiyle birlikte yapmıştır.
Batı kendi dışındaki ülkelere yardım yaparken; mesela ABD 1947 tarihinden sonra ülkemize (Truman Doktrini ve Marshall Yardımı) adı altında yaptığı yardımlar nedeniyle bize dikte ettirdiği özel şartları var. “Türkiye ABD Başkanının bilgi ve onayı olmadan yardımları amaç dışı kullanamayacak, yardımın kullanılması konusunda ABD temsilcisi ülkede serbestçe inceleme yaparken herhangi bir engelleme yapılmayacaktır” şartına dikkat etmek gerekir.
Netice olarak, Batılılaşma olgusunu savunan ve karşı çıkanların çok az bir kısmı yapılan işleyişin farkında olmuştur denebilir. Hatta sistem değişikliklerinin esas itibariyle birer “ekonomik değişiklik” olduğu çoğu zaman fark edilememiştir.
NEVZAT ÜLGER