BATICILIK VE BİZDE BATILILAŞMA
Batıcıların kulakları çınlasın, Batı kültürünün kaynaklarına bakıyoruz, karşımıza üç kaynak çıkıyor;
-Yunan
-Roma
-Hıristiyanlık.
Yunanistan en tipik köleci bir toplum. Yunan toplumu iki sınıftan meydana geliyor; köleler ve hür insanlar. En meşhur yanları ise, dünya kadar tanrıları olan müşrik bir toplum.
Üretim yapmak kölelere, ticaret, askerlik ve yöneticilik ise hür vatandaşlara aitti.
Eski Yunan’ın bir anlamda varisi Roma. Roma, Batı’ya hukuk sistemini kazandıran dünyanın sayılı medeniyetlerinden birinin adı. 1960’lı yıllarda sırf heyecan verici olduğu için “Gladyatör” filmleri izlerdik. İnsan ticareti ve medeni köleliğin ne olduğunu da genellikle bilmezdik. Meğer o zamanın eğlence enstrümanlarıymış bu köle savaşçılar. Ancak özel mülkiyet kavramının en gelişmiş toplumu olarak Roma gösterilebilir.
Üçüncü kaynak olarak Hıristiyanlık ise Roma tarafından genellikle 295 yılından sonra ve “teslis” akidesinin dahil edilmesiyle kabul görüyordu. Teslisle birlikte insan şekline sokulmuş, çocuğu olan bir “Tanrı” şekline getirilerek, artık dinin yönlendirilmesi de tanrının vekilleri tarafından rahatlıkla yapılabilirdi.
Yunan’da ve Roma’da köle efendi ayırımı, Batı’da Ortaçağ boyunca serf-senyör ikilisi olarak yürürken, daha sonraları “proleterya-burjuvazi” şekline girmiştir. Dolayısı ile “Batı Medeniyeti” mülkiyet sahiplerinin gelişimiyle paralellik göstermiştir.
15.yüzyılda başlayan üretim tekniğinin gelişme çizgisi 17.yüzyıldan itibaren hızlanmış ve 18.yüzyılın ikinci yarısından sonra da sanayi devrimi buharlı makine ile birlikte dünyada egemenlik yoluna demir atmıştır. Yüksek üretimin ardından, buharlı makinenin gemilere ve diğer mekanik formülasyonlara uygun hale getirilmesinden sonra milli pazarlar aşılarak sınıf kavramı da aşılmaya başlanmıştır. Krallarla yapılan anlaşmalar sonucunda yapılan coğrafi keşiflerin ardından, Amerika’nın ve Afrika’nın altın ve gümüşlerinin Batı’ya gelmesi onları tatmin etmemiş, o bölgelerin insanlarını da köleleştirmişler ve dahası ülkelerine de el koymuşlardır.
Tabi Batı’nın siyasal görüntüsü değişmiş, koca Avrupa kıtasında sadece birkaç krallık kalmıştır. Güçlenen sermaye sahipleri bu kez siyasi iktidarı ele geçirmek istemiş ve sonunda da 1789 Fransız İhtilali meydana gelmiştir.
Parlamenter sistemle birlikte, kralın yetkileri sınırlandırılmış, sermaye korunur hale getirilmiş, başka kıtaların kendi üretim alanları için fethine veya sömürgeleştirilmesine başlanmıştır.
Bu gelişmeler Türkiye’ye Tanzimat Fermanı yoluyla taşınmaya başlamış, ardından Islahat Fermanı ile azınlıklar söz sahibi edilmiş, Kırım Harbi bahanesiyle borçlandırılmaya başlamış, 1881 yılında Düyun-u Umumiye idaresi kurularak, Osmanlı devletine paralel bir devlet oluşturulmuştur. Bu ülke Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ancak Batı ile olan bağlarını mütekabiliyet esaslarıyla bu günkü hale gelebilmiştir. Çünkü Batı; söz sahibi olduğu yerlerde kendisinden olmayan ne kadar yapı varsa onları ortadan kaldırmıştır. Meşhur hürriyetçi gösterilen Voltaire; “barbar halkın hak ettiği bir boyunduruk, bir sopa ve samandır.” diyordu(İşte hürriyetçi Voltaire)
NEVZAT ÜLGER