NEREDE KALMIŞTIK?..
Batı hayranlığının; meydana getirilen algının sonucu olduğunu edebiyat üzerinden irdelediğimiz zaman, eser vermede Doğu’nun Batı’dan daha kıdemli olduğunu hemen fark ederiz. Mesela La Fontaine’in Fablları yayımlanmadan en az 400 yıl önce Mantıku’t Tayr ve Kelile ve Dimne yayımlanmıştı. Şimdi konuyu toplumda daha yakından bilinen iki eser üzerinden; Muhittin Arabi’nin Futuhat’ı ile Dante’nin İlahi Komedya’sı üzerinden yapalım.
Sırf İbni Arabî’nin Dante üzerindeki etkilerinden hareket edilecek olsa, cennet- cehennem tasvirlerini, miraç olayını motamot Fütuhat’ta da, İlahi Komedya’da da görebiliriz. İkisinin yazılış tarihine dikkatle bakıp, hangisinin öncü olduğunu kolaylıkla çıkarılabilir. Arada tam dört yüz yıllık bir zaman dilimi var ama Batı hep kendisini öncü gösterir. Arabi 1200-1300 yıllarına ait, Dante 1700’lü yıllara ait.
Yalnızca İtalyan edebiyatının değil, bütün bir Batı edebiyatının da başyapıtlarından biri olan İlahi Komedya ile Mirac kıssası ve İbn Arabi’nin eserleri arasındaki çarpıcı benzerlik, “Karşılaştırmalı Edebiyat Ustası Palaicos’a” göre Dante’nin İslam kaynaklarından esinlendiği ve beslendiği anlamına geliyordu.
Bu cüretkâr tez, Batı dünyasında ve özellikle Dante araştırmacıları arasında büyük bir sarsıntıya yol açtı ve çürütülmesi için sayısız çalışma yapıldı; ancak tartışmalar asla son bulmadı. Karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarının daha da olgunlaştığı günümüzdeyse, ibre Palacios’un tezinin doğruluğundan yana… İlgilisi için söyleyelim, bu eser Türkçeye çevrilmiştir.
“Dante’nin yazdıklarında keşfetmiş olduğumuz, İslami kültüre yakınlık ifade eden sayısız belirti, Dante’nin zihninin İslami modellerin etkisine kapalı olmadığını, aksine onları özümsemeye yatkın olduğunu kanıtlamaktadır… Orijinal modelle kopya arasındaki benzerliğe işaret eden olguları, modelin kopyadan önce var olduğunu ve ikisi arasında bir iletişimin varlığını kanıtladığımıza göre, taklidin gerçekten vuku bulduğu yönündeki tezimize ciddi bir itiraz yöneltilemez… Bundan böyle, İslami literatürün, Dante’nin şiirinin görkemli müjdecileri arasında hak ettiği onurlu yeri yadsımak da mümkün değildir.”
Bu konuda söylenecek çok söz var elbette ama şunu söylemeye çalışıyorum; Son üç yüz yıllık gelişmelere bakarak Batı-Doğu karşılaştırmaları yapmak eğer bir kasıttan kaynaklanmıyorsa bilgisizlik ve cehalettir. Unutulmamalıdır ki “İslam medeniyeti” aradaki 1240-1299 yılları Moğol tahribatlarına ait yıllar hariç tutulacak olursa 622-1699 yılları arasında Müslümanlar hem devlet olarak hem de medeniyet ve ileri bir yaşayış olarak Batı ile kıyaslanamayacak derecede ilerdedir. 1699 yılında imzalanan Karlofça antlaşması özelde Osmanlı devletinin, genelde tüm İslam dünyasının skalada alt sıralara düşmeye başladığı bir zaman diliminin başlangıcıdır. Ancak Batılı tarihçinin deyişi ile; İslam Medeniyeti durdurulmuş bir medeniyettir. Bu medeniyetin 3. binyılla birlikte tekrar harekete geçtiğini söylemekte bir sakınca yoktur zannederim.
NEVZAT ÜLGER