TÜRK SAĞI VE TÜRK SOLU
Türkiye, şöyle ya da böyle 1876 yılından günümüze kadar parlamento ile bir aşinalık içinde yaşıyor. Zaman zaman kapansa da, zaman zaman kesintiye uğrasa da bu ülkede bir parlamento geleneği var.
Yine Türkiye, 1803 yılından beri bir Batılılaşma sürecinin içinde. Bir kısım insanlar bu işin taraftarlığını yaparken bir kısım insanlar da aleni veya gizli olarak olumsuz taraflarını gündeme taşıyor. Ancak hem taraf olanlarının içinde, hem de karşı olanlarının içinde önemli sayıda sağcılar da solcular da mevcut.
Çok partili hayata geçtiğimiz tarih olarak kabul edilen 1950 yılından bu yana ülkemizdeki atılım ve yatırımlara baktığımız zaman ilginç bir olay çıkıyor karşımıza. Son yetmiş yıldaki atılım ve yatırımları genellikle sağ partiler yapmış olmasına rağmen, bu süre içerisindeki teorik yapılandırmaları, yasal düzenlemeleri ve kanunlaştırma çalışmalarını son 15 yıl hariç olmak kaydıyla hep sol partiler yapmıştır.
Çok partili hayata geçiş kararını ve düzenlemesini, 1961 anayasasını, sendikalaşma kararını, Marksizm’in bu ülkede itibar görmesini, demokratik devlet söylemini, MGK oluşturulmasını, YÖK ve DPT’nin kurulmasını ve halkçılık kavramlarını bu ülkede hep Türk solu gündeme taşımıştır.
Buna karşı; 1961 anayasasının yerleşmesini de, sendikaların işletilmesini de, demokratik devletin oluşmasını da, halkın yanında durmasını da, dev elektrik santrallerinin yapılmasını da, Boğaz köprülerini de, havaalanlarını da, Türk lirasının konvertibl hale getirilmesini ve ihracata dayalı kalkınma hamlelerini de hep Türk sağı gerçekleştirmiştir.
Türk sağı ile Türk solunun benzeşme ve ayrışma noktaları esas olarak iki kavramda ortaya çıkar: Türk solu halkçı olduğunu söyler ama devletçilik yapar, Türk sağı ise genelde devleti yüceltir ama halkın yanında durur. Ancak iki akımın da nihai buluşma noktaları kesinlikle halk değil, devlettir. Bir adım daha atarak söyleyelim ki; Türkiye’de İslamcılar da genel anlamda Türk sağı ve Türk solu ile aynı noktada buluşmaktadırlar. (Bu ayrı bir yazıda incelenecektir.)
Konu hukuki midir, ahlaki midir yoksa tamamen bir iktidar mücadelesi midir yaklaşımları hakikat ve insaf ölçüleri içinde iyi irdelenmelidir.
Hatta son zamanlara kadar genellikle solun tekelinde bulunan “Sivil Toplum Kuruluşu” oluşumları, 1970 yılından itibaren Erbakan’ın siyaset sahnesinde yer almasından sonra hem sağcılar tarafından, hem de İslamcılar tarafından yeni yeni STK’lar oluşturuldu. Mesela TÜRK-İŞ ve DİSK paylaşımının yanına önce HAK-İŞ sonra da Milliyetçi işçi sendikaları konuşlandı. Keza gazeteler, radyo ve televizyonlar, siyasi oluşumlar hep aynı anlayışın ürünleridir.
Türk solunun mevzi kaybetmesinin esas nedeni, zannederim bütün değişimleri Marksist bir anlayış çerçevesinde “burjuva-proletarya” gibi İslam toplumlarında tabanı olmayan ama ideolojik olması için oturttukları yanlış zeminden kaynaklanıyordu. Keza Türk sağı da bazı kişi ve kuruluşlar tarafından “ABD Taraftarlığı”na yönlendirilince, günümüzde sağcılık ve solculuk toplumun özellikle okuyan kesimleri arasındaki kıymet-i harbiyesini kaybetmekle kalmadı, belki biraz da olumsuzlaştı.
Şimdi, son onbeş yılda bu konular nasıl farklı bir yola girdi sorusuna cevap arayabiliriz. Çünkü bu dönemin, önceki dönemlerden ayrılan, dominant hale gelen önemli ve belirleyici kodları var işin doğrusu.
NEVZAT ÜLGER