MAHALLE ASABİYETİNDEN KURTULMAK
Yanlış İslam anlayışlarının hakim olduğu toplumlarda sağlam ve düzgün İslam’a inanan ve bunu bozmadan yaşayabilen Müslümanlar, kapitalist sistemin içinde kendini bozmadan, Müslüman olmanın bütün gerekliliklerini yapacak kadar inancında sağlam, tabir yerindeyse “dosdoğru” olarak hayatlarını sürdürmektedirler.
Dinler de, yaşanmak için gelmiştir, yalnız anlatılmak için değil.
‘Tarım toplumu özelliklerinin tam olarak hakim olduğu bir dönem ve sosyal yapıda gelmiş olan İslam’ın, sanayi devrimi sonrası bilgi çağını yaşayan, ultra değişim geçirmiş bir dönemde nasıl anlaşılıp hayata geçirileceği’ üzerinde düşünenlerin sayısında da, bu düşüncelere karşı çıkanların sayısında da önemli bir artış var.
“Müslümanlar İslamiyet’e inanıyorlar ama bugünkü problemlerin nasıl çözüleceğini bulmak için yeterince çalışmıyorlar. İyi yönetim modelleri nelerdir, hangi krizden nasıl çıkılır, bu dini yozlaştıranlara karşı neler yapılabilir diye yeterince örgütlü bir çalışma gözükmüyor.”
Faiz kötü demekle yetiniyor ama faizsiz bir ekonomi modelini hayata geçirmek için bir gayret içine girip küçük de olsa uygulamalar yapmıyorlar. İslam Ekonomisi kavramından ve içeriğinden rahatsız olan Müslümanlar var! Halbuki kalkınmanın finansmanında İslami enstrümanlar var.
Eğitimimiz felç diyorlar ama birkaç yılda bir her şeye baştan başlamak dışında yapılan bir şey yok. İnsanlar ideolojilere hapsolmazlarsa çözüm bulmak kolaylaşır.
Üniversiteler, yönetimlerin yaptıklarına övgü dışında ne ile meşgul oluyorlar? Övgü ile sövgü arasında gidip gelen bir yapıdan ne beklenebilir?” Oysa üniversiteler “üniversal” düşünme alanları olmalıdır.
Tasavvuf tasavvuf iken insanı buradan dönüştürüyordu. O insan da Bağdat’tan Orta Asya’ya, Balkanlardan Afrika içlerine kadar o zamanın şartlarında hem maddi dünyayı hem kalpleri fethediyordu. Şimdi tasavvufun elinde yalnız “tac ile hırka” kaldı, neticede de çoğunlukla ruh/kalp/gönül dünyası çöktü. Geriye çokça gördüğümüz, tacı, hırkası ve postu yerinde özünü kaybetmiş uçurup kaçıranlar kaldı. İşin garibi hiçbir dini ölçüye dayanmayan anlatılara itibar edenlerin içinde okur-yazarlar da var.
Ulema cenahında da unvanı, ders kürsüsü yerinde ama aklını ve vicdanını ara sıra açığa çıkaran hocalar kaldı.
Din dediğimiz iman, muamelat ve ahlak konuları İslam’da bellidir. Kuran’ın emrettiği oku emrini yerine getiren bireyler araştırırlar, anlarlar ve anladıklarını da diğer insanlara anlatırlar. Yazılan eserlerdeki fikirleri özümserler ve yaşadıkları hayatla bütünleştirmeye çalışırlar. Önem verdiği konu olduğu için de, okuduklarının hepsini anlar ve zihinlerine yerleştirirler. Böyle bir kişiyi, hangi insan dinle kandırmaya çalışırsa çalışsın, bu kişi esas ölçüyü bildiği için kandırılamaz.
Karamsar olmak olumsuzluğunu hedeflemiyorum. Söylemek istediğim, “mahalle asabiyetinden” kurtulmak gerektiği tezine dikkat çekmektir.
İslam’da keyfilik yoktur, deliller gerekir ve delillere dayanmayan şeyler kişisel içtihat olur ve sadece o kişiyi bağlar. Rüya, ilham ve sezgi ölçü olamaz. Önemli olan naslara dayalı kabuller olmalıdır. Eğer böyle olursa din bir rant kapısı değil, hayatın kendisi olur.
NEVZAT ÜLGER