ŞEHİRLEŞME VE BELEDİYELERİMİZ
İçinde yaşadığımız zaman dilimi artık şehirli olanların dünyasıdır. Kırsal kesim, şehirlerin tamamlayıcı bir parçası oldu. Zaten ülkemizdeki nüfusun % 92,3’ü şehirlerde yaşıyor diyor resmi rakamlar.
Şehir, sosyolojinin en önde gelen konularından biri. Çünkü Batı şehirle sanayileşmeyi aynı zaman diliminde dikkatlere özellikle sunuyor. Kendisine bu yolla bir üstünlük payesi veriyor. Halbuki Urfa/Göktepe kazılarındaki bulgular; şehir ve medeniyet konularında Anadolu toprakları için farklı düşüncelere davetiye çıkarıyor. Ama Batıcılık akımı öyle baskın dayatmalar yapmış ki, yalnız şehirlerimizin ele alınış şeklini değil, şehirlerimizin yeniden inşası ve geliştirilmesi alanında da Doğu ve İslam şehirlerini aklına getiren az insan olmuş.
2011 yılında İngiltere’de %79 ve 2013 yılında ABD’de %88 oranında nüfus müstakil evlerde oturuyor. Bu oran 2011 Türkiye’sinde de % 40’tır. Şimdi kalkınmacı ve Batıcı iktisadi modelle çok katlı konutlar üretilmektedir. Hani belediyelerimizin söylemlerine göre evlerimiz mütevazi olacaktı, çevreyle uyumlu olacaktı, sade olacaktı. İnsanın enaniyetini, iktisadi gücün kibrini yansıtan yapılara izin verilmeyecek, her şey insan merkezli olacaktı!
Günümüz şartlarında şehirleri mimarlardan çok müteahhitler şekillendiriyor. Meskenlerde bulunması gereken sağlamlık, kullanışlılık ve güzellik kavramlarının yerini menfaat, iktisadi kibirlilik ve estetikten uzaklaşma aldı. Zaten yatay ve dikey mimari de tam bununla ilgili değil mi?
Cumhurbaşkanı bas bas yatay şehircilikten yana sözler söyledikçe, birçok taşra belediyesi üç kuruş uğruna dikey şehircilikte ısrar ediyor. Konu hakkında onlarca örnek ve nasıl yapıldığına ilişkin mebzul miktarda bilgi sunanlar var. Halbuki insanın iki özeli var diyor kaynaklar; ev ve mabet. Birey yatay boyutta eve, dikey boyutta yaratıcıya sığınır. “Ev kişinin dünyadaki cennetidir.”
Birkaç şehrimiz hariç, çoğu şehirlerimizde tarihi eserler heba edildi. Bakmayın onların “tüketim malzemesi” olarak fazla konuşulmasına. Rakamlar yetkililerin anlattığı gibi söylemiyor. Sadece bu eski kalıntılar üzerinden geçici siyaset yapılıyor. Şehirlerimizin çoğu hep aynı biçimde olan, daha yüksek olmaya hevesli ama bir şeye de benzemeyen yapı blokları ile doldu. Bu izin ruhsatını nasıl aldın diye sorduğunuzda da rahatsız edici anlatımlara muhatap olmak söz konusu.
Büyüyen şehirlerimizde yapılan plan ve projelerde önemli bir yabancılaşma, kimliksizlik var. Daha garibi şehrin planlamasını yapan kurumlarımızda kamusal, zamansal ve bireysel ihtiyaçlardan ziyade başka Saiklerle şehirlerin siluetiyle, estetiği ile ve ihtiyaçları dikkate alınmadan yürütülen bir yönetim anlayışını fark ediyoruz.
Şehir ve mahalle sakinlerini çileden çıkaran yerel yönetim uygulamalarının faturasının merkezi hükümetlere ve parti merkezlerine çıkarılacağını unutmamak gerekir diye düşünüyorum.
NEVZAT ÜLGER