DEMOKRASİ ÇOĞULCULUKTUR
Yargı bir türlü yasaları özgürlüklerden yana yorumlamayı hazmedemedi. Bizi birleştiren noktanın “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” olduğunu kabul etmezsek, hem düşünceye sınır çizmiş oluruz hem de hep tenkit olunan problemleri yaşamaya devam ederiz.
İdeolojik bakış açısı maalesef bütün problemlerimizin baş sorumlusu. Yargı defansif davranırken bile toplumsal hassasiyetleri dikkate almalıdır. Çünkü ofansif olmak için genişi kucaklamak ve bağımsızlık düşüncesi yeterli. Şimdilerde buna “bireyselleşme” diyorlar. İnsanlar hep ödünç düşünce ve kelimelerle hayatlarını sürdürmeye çalışırlarsa yanaşma mantığını aşamazlar. Bireycilik akımından bahsetmiyorum. Birey olmayı sadece kişilikli olmak anlamında kullanıyorum. Elbette hoşumuza gitse de gitmese de ülkenin bütün kurumları gibi yargı da bizim. “Yârin ile hoş musun/ Hoş olayım olmayayım/ O yâr benim kime ne” demiş ya Nesimi, aynen öyle.
Darbe dönemlerinin değişmez kuralı, tasarruflarının yargıya götürülmesini önleyici tedbirler almaktı. Bu uygulama nedeniyle çok insan mağdur oluyordu. Kimi başını örttüğü için, kimi şiir okuduğu için, kimi düşüncelerini özgürce ifade ettiği için, kimi siyasi bir partiye mensup olduğu için vs.
İş o kadar ileri noktaya varmıştı ki, ülkeyi siyasiler değil, bürokrasi idare ediyordu. Vesayet kavramı daha çok son on beş yıla ait. Nitekim Cumhurbaşkanı, Danıştay toplantısında yaptığı konuşmada “eğer her şeyi size soracaksam, ben çeker giderim” demek zorunda kaldı.
Demokrasi bu kadar zor ve çetrefil bir sistem değil aslında. Onu gerenler, daha çok toplumsal ittifakı görmek yerine ideolojik davrananlardır. Dünya genelinde ideolojilerin pek fazla önemli olmadığını görmezden gelenler, zannederim ideolojilerin varlığından beslenenlerdir.
28 Şubat’ta yurt dışına okumaya giden öğrenciler, 12 Eylül’de mağdur olan insanlar, 27 Mayıs darbesinde yurt dışına gönderilen 147’ler hep demokrasi hazımsızlığı nedeniyle sıkıntı çekmişlerdi. “Mecburiyetler insanı mucit yapar” ilkesi uyarınca bu dönemlerin hepsinde de mağdur olan insanlar kendi çözümlerini, hem de en üst düzeyde üretmişlerdi. Hatta 147’lerden biri olan Prof. Dr. Fuat Sezgin adına Türkiye 2019 yılını “Fuat Sezgin” yılı ilan ediyor. Demek ki yargı anılan dönemlerde daha rasyonel davranabilseymiş belki de o gençlerin ve ilim adamlarının geçici mağduriyetleri olmayacakmış. Elbette olan da hayır vardır. Ama kurumlarımız da olanlardan dersler çıkarmalıdır. Yoksa “bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur” repliği gibi skolastik bir anlayışı aşamayız.
“Geciken adalet” kavramını yargı mensupları sık sık kullanırlar ama 2013 yılındaki bir uygulama hakkında da ne hikmetse 2018 yılının bitmesine üç ay kala karar verirler. Bu karar hangi saikle verilirse verilsin “geciken bir karar”dır. Kaldı ki alınan karar da politik davranışlar hariç, toplumda pek fazla memnuniyet meydana getirmedi.
Devletlerin imanı adalettir.
NEVZAT ÜLGER