“ADALET KÂİNATIN RUHUDUR.”
Dünya üçüncü ekonomik dönemini yaşıyor. Birinci dönemi olan “Tarım Toplumu” anlayışı sanayi devrimi ile kapanmıştı. İkinci dönem de “İletişim Devrimi” ile son bulmuştu.
İddialarımızı ispatlamamız geriyor elbette. 18.yüzyıla kadar “Tarım Toplumu” düzeninde yaşayan dünya, makineleşmeye geçilirken, özellikle buharlı makinenin icadından sonra, insanın bedeni gücünün makineyle rekabet edemeyeceğini anlamıştı. Karasabanın bir ayda yapacağı işi, traktör bir günde yapabiliyordu.
Sonra 1990’lardan itibaren bilgisayar dönemi başladı. Şimdilerde bilginin akış hacmi ve hızı büyümüş, bilgiye ulaşmada zaman ve mekan kavramı yeni bir anlam kazanmıştır. Artık insanlar birer “bilgi işçisi” haline geliyorlar. Dünya ve bilgi, insanların ceplerinde ve ellerinde. Bir “tık” sesinden sonra istediğini karşısında buluyor günümüz insanı.
Gelinen noktada iktisat kuramlarının birçoğu alt üst oldu. Önce sermaye, emek, tabiat ve girişim olan faktörler sonra sermaye ve emek ikilisine indirgendi. Artık doğal kaynaklar yalnız başına rekabet gücünü oluşturamıyor. İşte Libya, Suriye, Irak, Suudi Arabistan ve diğerleri. Bu ülkelerin her şeyi enerji olarak görmesi ile bilgi toplumuna yönelik bir AR-GE üretememeleri sonucu ya ülkelerinin yıkılmasına ya da peyk durumuna düşmelerine şahit oldular. Emperyalizmin oyunlarına karşı oyun geliştirebilmek için ülke insanlarının serbest düşünmelerine ve serbest konuşabilmelerine fırsat verilseydi sonları böyle olmayabilirdi. “Ülkeler kılıçla alınır, ancak adaletle korunur.”
Şimdilerde kalkınmakta olan ülkeler için yol ve köprüler belki bir şeydir ama kalkınmış ülkelerde yol ve köprülerde daha az çelik kullanılmakta, bilgisayar üretiminde ise hemen hemen hiç doğal kaynak kullanılmamaktadır.
Bir adım daha atarak, artık üretilen malların üzerinde de devletlerin değil, üretenlerin imzalarının olduğunu söyleyebiliriz. Hangi ülkenin arabasını değil, hangi marka arabayı aldığından bahsediyor tüketici. Çünkü “sermaye yoğun ürünler” artık zengin ülkelerde üretilmiyor. Mesela bir Türk girişimci Sudan’da, Hindistan’da belki de Newyork’da yatırım yapabiliyor. Geçen gün Kanada’da oturan bir Türk girişimcinin, Newyork’da iş kurduğunun nasıllığı üzerine konuştuk. Sermayenin aradığı şey; yatırım yapacağı ülkede can ve mal emniyetinin olması ile hukukun işlemesidir. Artık zengin bir ülkede işçi olmak daha yüksek ücret anlamına gelmiyor. Bu anlatılanlardan sonra; “karşılaştırmalı üstünlüğün ölçüsü bilgi ve yetenektir” dediğimiz anda eski karşılaştırmalı üstünlük teorisinin ne anlamı kalır? Günümüzde bilgiyi yönetmekte mahir olanlar aynı zamanda başarıyı yakalayabilenlerdir.
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasına kayıtlı menkul kıymetler yalnız Türkiye’ye mi aittir? Aynı anda dünya borsaları ile entegrasyon yapabiliyor. Mekanın ve zamanın önemi azaldı!
Yazılanlardan sonra projektörleri dünyada en çok bilinen bir kuruma, Birleşmiş Milletler teşkilatına çevirelim. Merkezi ekonomilerin emretme hevesleri ta 1989 yılında kaldı. SSCB dağıldı. Artık bürokrasinin her şeyi ben bilirim anlayışına yer yok. Serbest piyasa ekonomisi aşağı yukarı dünyanın her ülkesinde benimsendi. Ancak katılımcı demokrasiyi de çok iyi çalıştırmak gerekmektedir. En görüneninden olmak üzere; BM, katılımcılığı değil de, seçkinciliği benimseyen yapısıyla dünyada huzursuzluğun ve adaletsizliğin merkezlerinden olduğunu birçok devlet yetkilisi yüksek sesle haykırıyor. “Dünya beşten büyüktür.” “Adalet kâinatın ruhudur.” Cumhurbaşkanı’nın Danıştay konuşmasına dikkat edelim.
Hoşumuza gitse de gitmese de dünyada bir küreselleşme rüzgarı esiyor. Düşünen insanların bu rüzgârdan Türkiye nasıl faydalanır konusunda çaba sarf etmeleri gerekir. Emperyalizmin en koyu olduğu bir zaman diliminde “devlet” kurabilen bu ülkenin insanları küreselleşme hareketine karşı da çözümler üretebilir diye düşünüyorum.
NEVZAT ÜLGER