KAPİTALİZMİN KRİZİ KAPİTALİMLE AŞILMAZ
En ciddi sorunumuz kapitalist ilişki biçimlerinin İslâmî olan bütün alanları, iktisadımızı, siyasal hayatımızı yönlendiriyor olmasıdır herhalde. Kapitalist dünya sisteminin Türkiye’yi yönetmesine itiraz ediyor olsak da ciddi bir alternatif üretemiyoruz.
Kendi değerlerimizden üretilmiş bir modelimiz olmadığı sürece yapılacak çalışmalar, küresel finans sisteminin değirmenine su taşımaktan öteye geçmeyecektir.
Geldiğimiz noktada, alternatif bir modelle, farklı değerlerle değerlerimiz üzerine inşa edilmiş bir yapının sıkıntılarından kurtulmak mümkün olabilir.
Türkiye’nin ekonomik olarak karşı karşıya kaldığı durumu, salt Türkiye’nin ekonomik yapısı ile ilgili görerek bir değerlendirme yapmak yanlıştır. Şüphesiz bunun da altında iktisada, modern rasyonaliteye ve teknik dünyaya duyulan sonsuz güven var aslında. Modern iktisat disiplininin yaşadığımız dünyayı köklü bir sorgulamaya tabi tutacak ve çözüm anlamında ciddi olanaklar sunduğunu söylemek güçtür. TBMM Başkanı Binali Yıldırım güzel söyledi: “Dünyanın yıllık GSMH’sı 80 trilyon dolar ve dünya nüfusu da 7,5 milyar. Yani adil bölüşüm yapılacak olsa kişi başına yıllık 10.000 dolardan fazla düşüyor. Ama kapitalizmin böyle bir hedefi yok.”
Kapitalizmin karakteri söz konusu olduğunda ister iktisat isterse de genel sosyal teori bağlamında algılanışına ilişkin birbirini büyük ölçüde tamamlayan ama hayli çeşitlenmiş tasvirleri görülür. Bu bağlamda geçmişte gerek ABD’de gerekse Avrupa’da kapitalizmin aşırılıklarını törpüleyen düşünceler ve politikalar ileri sürülmüştü. Bizde böyle bir alternatif üretme çabaları henüz oldukça yenidir ve bırakın Batı’yı henüz kendi insanımız için dahi inandırıcılığı yeterli değildir.
Keynes, 1929’da büyük bir bunalıma girmiş dünya ekonomisinin bu bunalıma neden girdiğini ve kendi kendine bu bunalımdan neden çıkamayacağını, ama çıkış yollarının da neler olduğunu göstermiştir. Ekonomi politiğin piyasa sisteminin süreklilik arz eden zaaflarına karşı, mantıksal zeminde devletin müdahale alanına cevaz vermiş, bu sayede refah devletine ilişkin devlet uygulamalarının teorik meşruiyetini sağlamış oluyordu. Hatta bu yönüyle, kapitalizmin yeniden paylaşımcı bir müdahaleye konu edilip daha yaşanabilir bir düzene dönüşmesinin yolunu göstermiştir. Sosyal devlet anlayışı Batı için birazda buradan gelir.
Keynes, 1929 kriziyle en derin bunalımını yaşayan dünya kapitalizminin, tutarlı bir devlet teorisiyle yeniden inşasını en rafine ve zekice bir şekilde sağlayan isimdir.
Bir başka düşünür (Veblen); “Gösterişçi tüketimin modern dünyadaki tezahürlerini ortaya koyar. Ayrıca kapitalizmi parasal güçler olarak tasvir ettiği işletme ile üretici güçler olarak tanımladığı endüstri arasındaki dinamik bir zıtlaşma üzerinden ele alır. Parasal güçler yalnızca paradan para kazanma peşinde olan ve faaliyetleri özünde spekülatif olan güçlerdir. Bunlar kârlarını artırmak için gerektiğinde üretimi dahi sabote ederler” demektedir. Kapitalizme yönelik entelektüel hücumunu en sert şekilde üretkenlikten kopan bir finansallaşmanın belirleyici olduğu boyutuna yöneltmek gerektiği her geçen gün daha da önemli hale geliyor.
İktisatçılar kapitalden bahsederken, bir uzmanlık bilgisi aktarımında bulunuyormuş gibi davransalar da, aslında son derece ontolojik bir talebi dillendirmektedirler. Yani kapitalizm böyle bir şeydir zaten. Onun yapısı budur. Sermaye temerküzü için dengenin bozulması zorunludur. Teknolojiyle kapitalizm arasındaki ilişki önemli bir ortak ilgi odağıdır. Bu kapitalizmin esas temelidir. İster istemez her kapitalist girişimci er geç bu gelişime uymak zorundadır.
Bugün, Batılı dünyanın içerisini ve dışarısını hem netleştirmenin hem de onu aşacak düşüncenin yurtlandığı yerin neresi olacağının da belirsiz olduğunu söylemek gerekir. Bu belirsizlik içinde endüstriyel düzeni aşmak isteyenlerin ise bu düzenin neresinde olduklarını veya bu düzenle dertlerinin nedenli olduğunu maalesef bilemiyoruz. Şurası son derece açık; kendini tehdit eden, eleştiriyi de teşvik eden “yenilikçi kapitalizm” dışında, ne içinde yaşadığımız teknik dünyayı ne de onun ekonomik yansımalarını felsefi düzeyde sorgulayacak köklü düşünceler geliştirilemiyoruz.
NEVZAT ÜLGER