DOĞU BATI ARASINDA AKIL
İnsanoğlu “Samanyolu” adı verilen bir galakside, yine bir yıldız olan Güneş’le birlikte hareket eden arz (yer) üzerinde yaşamaktadır. İlim adamları diyor ki; bizim galaksimiz içinde aynen güneş sistemine benzer yüz milyardan fazla yıldız sistemi ve uzayda da milyarlarca galaksiler mevcuttur. Bizim üzerinde yaşadığımız yerküre, bu astronomik büyüklük içinde cesamet olarak önemli bir hacim olamazken, dahası bu küre üzerinde de insan denilen varlığın fiziki boyutları bir şey ifade etmemektedir. Öyleyse yeryüzünde “insan” denilen bu varlığı önemli kılan nedir?
İşte Batı ile Doğu arasındaki fark bu soruya verilecek cevapta önemli bir yer tutmaktadır. Batı, yalnız aklın verilerini esas alıp, vahyi bilgilere kapıları kapatınca, insanın yaratılışı konusunda “hikaye” anlatmakla yetinir oldu. Batlamyus’un “dünya hareketsizdir” tezi maalesef tam bin yıl kabul görmüştü. Batı eski taraftarlarının yarısından fazlasını kaybetti.
Doğu ise bu soruya cevap verirken; “Allah yaratıkları içinde insana özel bir önem vermiş ve birçok şeyi de insanın kontrolüne bağlamıştır. Bilgi (ilim) ve adalet (hak) kavramları bunlardandır. Şüphe, gaye değil, gerçeği bulmak ve gerçek (yakini/tereddütsüz) bilgiye ulaşmak için bir vasıtadır diyordu Gazali. Dolayısıyla gerçekliği yansıtmayan ifadeler bilgi değildir. Zaten gerçeklik duygusu olmayan şeye bilgi değil belki ideoloji diyebiliriz. Neticede ilme sahip çıkılmayan yerde hakk/adalet olmaz. Adalet olmayınca da nizam olmaz” demiştir.
Şimdi bu anlatımdan sonra şu soruya muhatap olmak kaçınılmazdır: Peki, bu gün Batı, teknolojiyi kullanma ve kalkınma seviyesi ile insan hakları ve düşünce hürriyeti konusunda bir hayli mesafe almışken, Doğu neden geri kalmışlık, kalkınamama ve insan hakları konusunda yerde sürünüyor?
Soru haklı ve izah ister. Öncelikle Doğu’nun 8-15.yüzyıllarda matematik, astronomi, tıp, fizik ve kimya konularında Batı’ya ders verebilecek bir seviyesi vardı. Hepsi de filozof olan İbni Sina (v.1037), Farabi (v.950), Kindi (v.873), İbni Rüşt (v.1198) Batı için hala faydalanılan isimlerden bazılarıdır. Keza Türkler, 1055’ten itibaren kendi isimleriyle siyasi sahnedeki yerlerini aldılar ve önemli hizmetler yaptılar. Ancak, Doğu, yavaş yavaş kendilerine ait olan düşünce üretme tekniklerini terk ederek, ilim dünyasında önemini kaybetmiştir. Özellikle ilmi bir bütün olarak görmek yerine “din ilmi” diye bir ayırıma gittiklerinden, din ilmi olarak kabul etmedikleri fizik, kimya, felsefe, astronomi gibi ilimlerden uzaklaşmışlardır. Böylece de yaratılmışların tamamı ile ilgili birçok konuyla ilgilenmeyen bir insan tipi ortaya çıkmıştır. Oysa bilimsel üretim; bir toplumun geçmiş tarihindeki etkinliklerinin bir bileşenidir. Dini ilimlerde ileri gitmiş insanlara nasıl alim deniyorsa, fen bilimlerinde de ileri gitmiş ilim erbabına alim denir. Hissi izahlarla konu geçiştirilmemelidir.
“İlim” kavramının kendine özgü boyutlarının olduğu kabul edilerek, doğru düşünme kuralları içinde güvenilir bilgiye ulaşılmalıdır. Eşyanın görünen yüzü de bilinmeli, görünmeyen yüzü de bilinmelidir. Kur’an nasıl Allah’ın kitabı ise, kainat da Allah’ın kitabıdır. “İnsanın akıl ve fikir meydanı öyle bir genişliğe sahiptir ki, çerçeve içine alınması zor olur. Ama o kadar da dardır ki iğneye mekan olamaz. Bazen bir noktada hapsolur, bazen de dünyayı bir karpuz gibi eline alır ve akıl odasında misafir eder. Bazen haddini aşar, bazen oldukça küçülür.” Çare isyanı marifet bilmemektir.
NEVZAT ÜLGER