PERGEL METEFORU VE TÜRKİYE
Hep birlikte biraz sesli düşünelim bugün. Türkiye Batılı bir ülke mi Doğulu bir ülke mi? Benzer şekilde; Türkiye Müslüman bir ülke mi, değil mi?
Neden böyle düşünüyoruz? Çünkü Batı’dan bakanlar Türkiye’yi Doğulu, Doğu’dan bakanlar da Batılı bir ülke olarak görebiliyorlar. Keza Batı’dan bakanlara göre Türkiye Müslüman bir ülke ama Doğu’dan bakanlara göre de farklı görülüyor.
Gerçi biz kendimizi Doğu ile Batı arasında bir “köprü ülke” olarak görüyoruz ama bu da bizde bir ufuk farklılaşmasına/daralmasına neden oluyor. Mesela AB’ye girmeli miyiz yoksa girmemeli miyiz?
Bu belirgin olmayan sıfatlarından dolayı da Türkiye için eski başbakanlardan biri olumlu anlamda “derin” ülke tanımlamasını yapıyordu.
Türkiye üzerinde bulunduğu coğrafya itibariyle yalnız günümüzün değil, insanlık tarihinin atardamarlarının toplandığı ve şekillendiği bir dağıtım merkezi. Bu topraklar Roma’nın elinde olduğu dönemlerde de, Türklerin elinde bulunduğu dönemlerde de hep belirleyici bir pozisyonda olmuştur zannederim. Bu durum bu toprakların sahiplerini hep gündem belirlemede öne çıkarmıştır. Bu kadar teröre ve dış saldırıya muhatap olması hem coğrafyasından hem de yaptığı hamlelerle ilgili değil midir?
Türkiye coğrafi sınırları itibariyle kontrol edilebilinecek bir boyutta ama kültürel ve siyasi sınırları çok daha geniş. Bu coğrafyadan etkilenmeleri muhtemel olan yerlere baktığımız zaman; Üsküp de var, Halep de. Bakü de var, Rabat da. Somali de var, Gine de var, Mali de var, Aşkaabad da var. Tablo çok rahatlıkla genişletilebilir. Anlatmak istediğim siyasi ve kültürel coğrafyamızın genişliği, belki de “derinliği.”
Tabi yukarıda saydığımız ikilemlerin birtakım olumsuzlukları olmuyor değil. Mesela NATO, bir Avrupa veya ABD’ye gösterdiği hassasiyeti Türkiye’ye gösteriyor mu? Halbuki Türkiye Batı bloğunun içerisinde bir ülke değil mi? Evet, Türkiye bir Pakistan gibi görülmüyor ama sistemin göbeğindeki bir ülke gibi de görülmüyor. Yani NATO’da tutulması gereken bir ülke olarak görülen bu ülke AB’nin ticari paylaşımın dışında tutulmaya çalışılıyor. Hatta Rus yayılmacılığına karşı bir “bariyer” olarak görülen ülkemize karşı Kıbrıs konusunda nasıl bir tavır takınıldığını 1963 yılında da, 1974 ve sonrasını da hepimiz biliyoruz.
Türkiye’nin yalnız G-10 ülkeleri ile mukayese edilebileceğini zannederim herkes kabul eder. Çin’den Adriyatik’e bir Türk dünyası var. Büyük umutlar besleyen Müslüman dünya halkları var. Olayları her seviyede yorumlayabilecek aydınları, ülke sorunlarını tartışabilecek entelektüelleri var. İslami kesimde de, milliyetçi kesimde de, sosyal demokrat kesimde de seçkin analistler var. Bu kesimlerdeki analizleri “Milli Güvenlik” açısından sentezleyip ortaya çıkaracak ortak akıl bu ülkeyi ileriye sıçratabilecek çaptadır. Sivil akla mutlaka değer verilmelidir. Beşeri sermaye olarak her alanda yetişmiş insanı olan bu ülkede alınan mesafe de az değil doğrusu.
Kader olan coğrafi ve siyasi hinterlandımız büyük gelecekler vaat ediyor. Son elli yıllık olaylarla önceki olayların da verdiği derslerden sonra Türkiye artık vasat olanla iktifa edemez. Değişik bir ifade ile “statüko” artık bu ülke insanını doyurmaz.
Artık üniversitelerimiz öğrencilerini dünyanın her yerinde çalışabilecek çapta yetiştirmeleri bir zorunluluktur. Yoksa “küreselleşme diye bir şey yoktur” demekle kendimizi kandırmaya devam ederiz. Mesela Fırat Üniversitemizin bir “Medeniyet Araştırma Merkezi” niçin olmasın?
NEVZAT ÜLGER