MEHMET AKİF ERSOY VE KUR’AN TERCÜMESİ
Mehmet Akif Ersoy’un, Kur’an-ı Kerim mealini teslim ettiği “sağlam karakterli, güvenilir ve sadık” arkadaşı “Yozgatlı İhsan Efendi” ile ilgili kitap yayımlanınca, Mehmet Akif ve meali ile ilgili birinci elden bilgi edinebiliyoruz artık. (Ekmeleddin İhsanoğlu, Yozgatlı İhsan Efendi, Doğan Kitap Y. Kasım 2018, İstanbul.)
Milli mücadelenin sembol kahramanı, Türk milletinin büyük şairi, Çanakkale şehitleri destanı ve İstiklal Marşı’nın yazarı Mehmet Akif 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da vefat etmişti. Mehmet Akif Milli Mücadele yıllarından sonra bir dönem de Burdur Milletvekili olarak görev yaptıktan sonra kurucu kadro ile düştüğü fikir ayrılığı sonunda 1925 yılında Mısır’a göç etmiş ve hastalığı ağırlaşınca 1936 yılında “ölmek için vatanına” dönünceye kadar orada kalmıştır. Hatta gurbet yaşarken, Şeyhulislam Yahya Efendi’nin; “Dünyada nasibin sitem ü cevr ise, ey dil / Ahbabın eder anı da a’daya ne hacet” beytini her görüşmelerinde Yozgatlı İhsan Hoca’dan okumasını rica edermiş ve dinledikçe de çok ilgilenirmiş.
Bilindiği üzere, Safahat’ın “Gölgeler” faslı Mehmet Akif’in Mısır’da yazdığı şiirlerden oluşur. Ayrıca “Gölgeler” kitabı ilk olarak da Kahire’de basılmıştır. Şunu da belirtelim; Yozgatlı İhsan Efendi Kahire’de “Sultan Mahmut Medresesi”nde özel “Safahat Okumaları” dersleri yapmıştır.
Bir cerrahi kongresi için Kahire’ye giden üç kişilik doktor heyeti, Yozgatlı İhsan Efendi vasıtasıyla birlikte Mehmet Akif’i ziyarete giderler. Akif’in çökmüş avurtları ve sapsarı yüzü hekimlerin dikkatini çeker ve onu memlekete dönmeye ikna ederler.
Bilindiği üzere; 1925 yılında Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tefsiri Elmalılı Hamdi Yazır’a, mealinin yazılması da Mehmet Akif’e Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ısmarlanmıştır. Akif 1927 yılında mealin yarısını hazırladığını, geriye kalan kısmının da çabuk biteceğini ifade ediyor. 1929 yılında da mealin bitiğini ve temize çekmekte olduğunu söylüyor. Ancak 1930 yılında Akif bazı tereddütlere düştüğünü anlatıyor. 5 Ocak 1931 tarihinde Eşref Edip Bey’e yazdığı mektupta tercümeyi bitirdiğini ancak göndermekten vazgeçtiğini belirtiyor.
Akif, 1932 yılında İstanbul’daki dostlarından Fuat Şemsi Bey’i vekil tayin ederek DİB ile arasındaki sözleşmeyi feshetmesini ve mealin de Elmalılı Hamdi Efendi’ye verilmesini istiyor. Akif bu konuda sıkıntılıdır, çünkü o yıl Türkiye’de Türkçe ezan ve kametle birlikte namazlarda Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tercümeleri okunmaya başlamıştır. Dini reform devletin gücü ile sürdürülmektedir.
Akif İstanbul’a döndükten sonra meali vermesi için çok baskılara maruz kalır. O, konu ile ilgili olarak, “Sahih-i Buhari” mütercimlerinden Kamil Miras’a şöyle söylemektedir: “Meali Mısır’dan getirmedim. Onu demir kasa gibi sağlam ve emin bir dostuma bıraktım. Dönersen alacağım, dönemezsem yakılacaktır” der. O sadık ve emin dost Yozgatlı İhsan Efendi’dir.
Tercümeyi almak için resmi zevattan Hasan Ali Yücel ve Hakkı Tarık Us gibi isimlerin de aracı oldukları bilinmektedir.
Bu arada meali elde etmek isteyen isimler de var; Akif’in büyük damadı Ömer Rıza Doğrul ve Yozgatlı İhsan Efendi’nin öğrencisi ve yakın dostu İsmail Ezherli onlardan sadece ikisidir.
Kur’an tercümesini Akif’in niçin vermek istemediğini, 1950 yılında, Akif’in dostu olan Neyzen Tevfik’in kardeşi Şefik Kolaylı, Ankara Halkevi’nde Aralık ayında yaptığı ve daha sonra yayımlanan konuşmasında şöyle belirtir: (Akif’in ağzından) “Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lakin onu verirsem namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allah’ımın huzuruna çıkamam ve Peygamberimin yüzüne bakamam” der. Sonradan Kamil Miras da bu tür işlemlerle ilgili olarak Mehmet Akif’in haklı olduğunu söylemiştir.
Tercümenin akıbeti de bir başka yazıda inşallah.
NEVZAT ÜLGER