DEVLETLE VE DEVLETLİ İLE LATİFE YAPILMAZ
Hikâyeler olmuş veya olabilirlik özelliği taşıyan anlatımlardır. Fıkralar da şayet iyi kurgulanmış ya da kısmen yaşanmış olaylardan seçilirse tadına doyum olmaz. Mevsimi olması nedeniyle devlet ve devletlü fıkraları da bunlardandır.
***
Hikâyeye göre Sultan, sakalını tıraş etmek üzere her sabah özel berberini karşılıyordu. Bir keresinde ikisi baş başa iken berber usturayı Sultan’ın boğazına dayadı ve öfkeli bir şekilde, “Şimdi seni öldüreceğim” dedi. Sultan korkudan titreyerek, “Bu ne demek şimdi, delirdin mi?” deyince berber, “Siz bize karşı büyükleniyor, bizi aşağılıyorsunuz. Oğlum, sizin kızlarınızdan biri ile nişanlanmak için teklif getirdi ancak aşağılandı. Şimdi sizi boğazlayacağım” şeklinde karşılık verdi. Bunun üzerine Sultan da “Yarın kızımı oğlunla evlendireceğim. Olay kapandı, biz şimdi dünürüz” dedi. İşte tam bunlar konuşulurken; sultan’ın muhafız birliği içeri girdi ve aralarından biri, “Efendim, Camii-i Kebir’in minaresi yıkıldı” dedi. Sultan ise, “Öyleyse berberi alın ve hemen öldürün” diye emir verdi. Muhafız önce afalladı ancak Sultan’ın emri yerine getirildi.
***
Trajikomik bir entrika: Halife’nin soytarısı, bir toplantı hazırlığında vezirin sandalyesini çeker. Sandalyesi çekilen vezir, yere düşer ve orada bulunanlar kahkahayı basıverir. Vezir bu kahkahaları aklına yazar ve Halife’nin sevilen bir cariyesiyle birlikte oyun kurar. Ona bir miktar para verir ve zehir dolu bir gülsuyu kadehi hazırlamasını ister. Halife’nin de bulunduğu bir gece sohbetinin başında cariye, Halife’ye vermesi için soytarıya bir gülsuyu kadehi verir. Soytarı kadehi vermeye yeltenince vezir bağırır: “Hayır, hayır Efendim! Bu kadehten içmeyin. Ben soytarının gözlerinde bir kötü niyet sezdim”. Daha sonra vezir, kadehten içirmek için bir kedi ister. Kedi oracıkta ölüverir. Bunun üzerine soytarının öldürülmesine hükmedilir. Darağacı hazırlatılır; soytarı da darağacının altındaki sandalyeye çıkarılır. Vezir, korkudan titreyen soytarıya doğru yaklaşır ve şöyle der: “Devlet adamları, soytarıların altındaki sandalyeyi işte böyle çekerler.”
***
Eski Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in Amerikalı Büyükelçi Glaspie (sarışın güzel) ile buluşması ve Glaspie’nin Saddam’ın Kuveyt’i işgal ederek topraklarına katması konusundaki övgüleri ve ABD’nin bu işe karışmayacağını söylemesi, eğer hikâye doğru ise, siyasi entrikaların en büyüğü olarak hafızalardaki yerini korumaktadır. Ne Saddam kaldı, ne devleti.
***
Entrika bir sanattır. Siyasetçi ve edebiyatçı bir Profesör, Mısır Parlamentosu seçimlerine katıldı. Seçim bölgesindeki rakibi, kendisine karşı güçlü bir muhalefet kampanyası başlattı ve seçmenlere şöyle dedi: “Muhterem hocamız, demokrasiye inanıyor ve ülkeyi ona davet ediyor. Demokrasi nedir bilir misiniz beyler? Bir kadın için çok eşlilik çağrısıdır.” Seçim kampanyası kapsamında profesörümüz, seçim bölgesindeki insanlara seslenmek için meydana çıktı. Tam konuşmasına başlayacağı sırada katılımcılardan biri ona şu soruyu yöneltti: “Gerçekten demokrasiye inanıyor musunuz Hocam?” Aday olan Profesör bu sorudan gayet memnun bir vaziyette ve tüm coşkusuyla, “Evet. Ben demokrasiye güçlü bir şekilde inanıyorum. O, sorunlarımızı çözmek için tek yoldur vs.” şeklinde cevap verdi. Bu noktada halk, onun üzerine doğru yürüdü ve sandalyeler havada uçuştu. Profesör, canını kurtarmak için kaçtı ve adaylığını geri çekti.
***
Önceden özellikle siyasi entrikalar, kişisel dehanın bir ürünüydü. Nitekim dünyanın meşhur siyasilerinin oldukça kayda değer zekâ şovları vardır. Şimdilerde ise bunun okulu, üretim yerleri ve uzmanları bulunuyor. Eğer ölçüleri ve miktarını belirlerseniz, siparişiniz hemen hazırlanır. Bu konuda ahlak diye bir mevhumu öteleyerek kendi adıyla ekol kurmuş olan Machiavelli’in, Prens veya Hükümdar adlı kitabından da anlaşılacağı üzere siyasi hilenin kurucu babası kendisiydi. Günümüzde öyle “makyevelistler” yetişti ki, bugün sahalar, onu aratmayacak yıldızlarla dolu.
NEVZAT ÜLGER